
SÖYLEŞİ: Aslı Kemal GÜRBEY
Deniz GÖLPUNAR, Karalama Defteri isimli öykü kitabının yazarı. Kitap geçen hafta Kalan Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bu söyleşimizde Deniz Bey ile eseri hakkında konuştuk.
Merhaba Deniz Bey. Benim gibi sizi ilk kez tanıyacak olanlar için kendinizi tanıtır mısınız? Deniz Gölpunar kimdir?
Merhabalar. 1976 Ankara doğumluyum. Bakü Müzik Akademisi mezunuyum. Bir ortaokulda müzik öğretmeniyim. Kırk üç yıldır müziğin içindeyim. Evliyim. Geç evlendim ve 45 yaşımda baba oldum. Üç yaşında bir Çınar’ım var. Son dört yıldır da küçük küçük öyküler yazıyorum. Özetle böyle.
Yazarlıkla ilişkiniz ilk ne zaman ve nasıl başladı?
İlk olarak 2021 Aralık’ta, Natsume Soseki’nin On Gece Düşleri kitabındaki bir öyküden (Üçüncü Düş) esinlenerek yazmaya başladım. Japon edebiyatını gerçekten çok severim. İkinci öyküm yaklaşık bir buçuk yıl sonra geldi. Bir, iki derken şu an 30 öyküm var toplamda. Kitapta 29’u mevcut.
Öyküleri kitaplaştırma fikri nereden doğdu?
Blogumda paylaşıyordum zaten. Sadece arkadaş çevrem ve ailem okuyordu, sınırlı bir kitleydi. Sayıları artmaya ve arkadaş çevremden “Ne zaman bastıracaksın?” soruları gelmeye başlayınca bir şansımı deneyeyim dedim. Düşündüğümden çok kısa bir sürede, yirmi dört saat bile dolmadan dosyam kabul edildi. Tam bir hafta sonra da satışa çıktı. Bu kadar çabuk gelişmesini beklemiyordum, doğrusu. Emek veren herkese de teşekkür ederim bu arada.
Kitabın başında çok dürüst bir cümle var: “Yazar değil, yazanım” diyorsunuz. Öykülerin yazım tekniklerinden çok içtenliğe yaslandığını söylüyorsunuz. Bu kadar iddiasız ve içe dönük bir yerden yola çıkarken, yazdıklarınızın bir gün kitap olup raflara çıkmasının, okurun eline ulaşmasının sizde nasıl duygulara yol açtığını merak ediyorum.
Mutlu oldum elbette. Kim olmaz ki? Dediğim/dediğiniz gibi, yazar değilim ben. Acemice kaleme alınmış satırlar bunlar. Okuyacak kişilerin hoşuna gider diye düşünüyorum. Acemi işi olsalar da kötü değiller bence. Benim kitabı bastırmaktaki asıl amacım, oğluma ileride benden bir anı kalmasıydı. Ne kadar satar bilemem, satarsa sevinirim herkes gibi tabii.
Kitaptaki öykülerde kimi zaman kırgınlıklar, kimi zaman çok tanıdık iç konuşmalar var. Bunlar doğrudan sizin yaşanmışlıklarınız mı, yoksa sezgisel bir gözlem mi?
Öykülerin bir kısmı sadece kurgu. Bir kısmı bizzat hayatımdan yaşanmışlıklar içeriyor. Kızgınlık, bezmişlik, hayal kırıklığı, çözümsüzlük, tıkanıp kalmışlık vb. duygularla kaleme aldım. Bazıları sokakta gördüğüm insanlardan esinlenerek, gözlemle ortaya çıktı. Bir tanesine örnek verecek olursam, Dipsiz Kuyu’daki inşaat işçisi karakter, okula beraber gittiğim arkadaşımı aldığım yerde, 2024’te her sabah gördüğüm günübirlik bir işçiden esinlenerek ortaya çıktı. Çorapsız ayağında terlikle, her sabah kaldırımda oturup işe götürülmeyi beklerken görüyordum adamı. Direksiyon başında, araba sürerken başladım kurguya ve devam ettirdim. Sonlara doğru yazdığım öyküler de okuldaki mesai arkadaşlarımın “Beni de bir öyküne kat, Deniz hocam” demeleriyle ortaya çıktı. Hem gözlem hem kurgu var onlarda. Sağ olsunlar, anlayış gösterdi hepsi. Blogda paylaşmadan önce her yeni yazdığım satırı, paragrafı gönderip onaylarını alıyordum bu arada. İstemedikleri hiçbir şeyi yazmadım.
Bir gün bir okurunuz size “Ben de yazmak istiyorum ama nereden başlayacağımı, nasıl yazacağımı bilmiyorum” derse, ona neler söylemek isterdiniz?
Teknik bir bilgi asla veremeyeceğim için, sadece hiç durmadan okumasını/dinlemesini (sesli kitap) ve insanları, hayatı dikkatle gözlemlemesini tavsiye edebilirim. Bir de ben öykülerime çoğunlukla en sondan başlıyorum. Yöntemim o oldu. Daha fazlasını söyleyemem.
Öykülerinizi beğenerek okuduğumu söylemek isterim. İsterim ki yazmaya devam edin. Bu temelde iki sorum olacak: 1) Yazmaya devam edecek misiniz? 2) Yazacaksanız yine öykü türünden mi ilerleyeceksiniz yoksa farklı türde eserler de olacak mı?
Çok teşekkür ederim, eksik olmayın. Devam ederim elbette. Kitap çıktıktan sonra blogumda paylaştığım bir öyküm daha var. Öykü türünden giderim yine. Farklı türlerin altından kalkamam bence.
Son sorum da şu olsun: Türk toplumunun sanata ve tiyatroya karşı tutum ve tavrını nasıl buluyorsunuz?
Bulamıyorum desem? Çok yetersiz bence. Belli şehirlerde, çok kısıtlı bir çevre ilgileniyor sanatla. Tiyatro, müzik vs. diye ayırmaya gerek yok. Keşke böyle olmasa…
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben de çok teşekkür ederim. Hepinize sevgi ve saygılarımla…
Leave a Reply