Erkan Kahraman: “Edebiyat, insanı sadece eğlendirmemeli, ona dokunmalı, onu dönüştürmeli.”

SÖYLEŞİ: Aslı Kemal Gürbey

Erkan Kahraman, “Kırık Pencereler” isimli kitabın yazarı. Kitap bu hafta Kalan Yayınları’ndan çıktı. Dikkat çekici kapağıyla 107 sayfa. Sade bir Türkçe ile yazılmış, akıcı bir olay örgüsü var. Bir solukta okunan eserlerden. Yazar ile kitabı hakkında söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize…

Merhaba Erkan Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Bu sizin ilk kitabınız olduğu için çok mutlu ve heyecanlısınızdır. Ben de bu güzel kitabı tanıtmak için sizinleyim. Öncelikle Erkan Kahraman’ın kim olduğunu okurlarımıza tanıtarak başlayalım?

28 Kasım 1991 yılında Kırşehir’in Mucur ilçesinde doğdum, ilköğretim ve lise yıllarımı burada geçirdim, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum, halen devlet memuru olarak İstanbul’da görev yapmaktayım, evliyim.

“Kırık Pencereler” ilk kitabınız. Öyle sanıyorum ki bunun arkası da gelecek. Bu bağlamda size sorum şu olacak: Niçin yazar olmak istediniz? Yazarlık yolunda ilk adımı atmanıza etki eden motivasyonları, süreci merak ediyorum?

Yazmak benim için bir ifade biçiminden çok daha fazlası; hayatı, insanları ve duyguları anlamlandırma aracı. Küçüklüğümden beri hikâyeler anlatmayı, farklı karakterlerin dünyasına girmeyi seviyordum. Bir gün, sadece yazmak için değil, bir şeyleri değiştirmek, insanlara dokunmak için yazmaya karar verdim. “Kırık Pencereler”, yazarlık yolculuğumun ilk büyük adımı oldu. Engelli bireylerin toplum içindeki yerini, sessizliğin gücünü ve aşkın sınırlarını anlatmak istedim. Yazar olma motivasyonum, görünmeyeni göstermek, duyulmayanı duyurmak ve unutulanı hatırlatmak üzerine kurulu.

Defne’nin sessizliğini sanata dönüştürme yolculuğu dikkat çekici. Kitabın önsözünde, “sessizliğin bir zayıflık değil bir güç” olduğu vurgulanıyor. Bu mesajı okuyuculara vermek sizin için neden önemliydi?

Sessizlik, çoğu zaman güçsüzlükle, zayıflıkla ilişkilendirilir. Oysa ben sessizliğin en büyük anlatım biçimi olduğunu düşünüyorum. Defne’nin sessizliği bir eksiklik değil, onun dünyayı algılayış biçimi. O, sesler yerine renkleri, notalar yerine titreşimleri, kelimeler yerine çizgileri kullanıyor. Toplumda “eksiklik” olarak görülen birçok şeyin aslında bir başkasına bambaşka bir anlam katabileceğini göstermek istedim. Sessizlik sadece bir eksiklik değil, bazen en büyük anlatım biçimidir. Defne, sessizliğiyle dünyayı değiştiren bir karakter. Onun bu yönünü vurgulamak benim için çok kıymetliydi.

İşitme engelli Defne ve trafik kazasından sonra engelli olan Mert gibi karakterler yaratırken, ilham aldığınız ya da esinlendiğiniz yakın kişiler ya da olaylar var mıydı?

Hem kişisel deneyimlerimden hem de gözlemlediğim gerçek hikâyelerden ilham aldım. İşitme engelli bireylerle ilgili birçok röportaj, biyografi ve belgesel izledim. Onların dünyayı algılama biçimleri, hisleri, toplumda yaşadıkları zorluklar ve aşkı deneyimleyişleri beni çok etkiledi. Mert’in karakteri, geçirdiği trafik kazasından sonra yeniden hayata tutunma çabasıyla şekillendi. Bu, gerçek hayatta da birçok insanın yaşadığı bir süreç. Engel, sadece fiziksel bir durum değil, aynı zamanda psikolojik bir mücadele. Bunu gerçekçi bir şekilde yansıtmak istedim.

Kitabınızda ‘kırık pencere’ metaforu hem başlıkta hem de olay örgüsünde sıkça karşımıza çıkıyor. Mert’in Defne’den kırık pencere çizmesini istemesi de oldukça dikkat çekici bir sahne. Bu metaforun hikâyenizdeki derin anlamı nedir? Bir başka deyişle ‘Kırık pencere’ kavramıyla okuyuculara vermek istediğiniz özel bir mesaj mı var?

Başlıktaki “Kırık Pencereler” metaforu, hem fiziksel hem de ruhsal kırıklıkları temsil ediyor. Mert’in Defne’den kırık bir pencere çizmesini istemesi, onun kendi iç dünyasındaki eksiklikleri ve kırılmaları sembolize ediyor. Kırık bir pencere, hayatın tam anlamıyla kusursuz olmadığını ama yine de içinden ışığın sızabileceğini gösteriyor. Her insan, kendi içinde bir yerlerde “kırık” olabilir ama bu kırıklar bizi daha güçlü ve özel yapar. Defne ve Mert, bu kırık pencereler aracılığıyla birbirlerinin iç dünyasına bakmayı öğreniyorlar. Hikayenin ana mesajı da burada gizli: Kırık olmak, tamamlanmamış olmak anlamına gelmez. Bazen en güzel manzaralar, kırık pencerelerden görünür.

Hikâyenin duygusal ve dram yönü ağır basıyor. Romanın tasarım ve yazım süreçleri ne kadar sürdü? Romanı yazarken karşılaştığınız en zorlu an neydi?

Yaklaşık bir buçuk yıl süren bir süreçti. Yazım aşaması zordu çünkü hem engelli bireylerin dünyasını doğru bir şekilde anlatmak hem de aşkı gerçekçi ve etkileyici kılmak istedim. En zorlandığım kısım, Mert ve Defne’nin en duygusal anlarını yazarken onları gerçekten “hissetmek” oldu. Özellikle Defne’nin dünyasını anlamak için sesleri ve kelimeleri dışlamaya çalıştım. Birkaç gün boyunca sessiz ortamlarda vakit geçirdim ve tamamen duyulara odaklandım. Ayrıca final sahnesini yazarken çok zorlandım çünkü hikâyeyi hem dramatik hem de umut verici bir şekilde bitirmek istedim.

Toplumumuzda çok sayıda engelli birey var. Fakat nadiren edebiyatta engelli bireylerin konu olduğu eserler okuyorum. Sizin eseriniz bu yönüyle de çok dikkat çekici. Bakir bir alana inmenizi ayrıca takdir ettim. Bu bağlamda size iki sorum olacak? 1) Edebiyatın sizin için anlamı nedir? 2) Sizce edebiyat sadece bir ifade ve yaratıcılık aracı mıdır, yoksa toplumsal ve bireysel değişim için bir misyon taşımalı mıdır?

Edebiyat benim için sadece kelimelerle kurulan bir dünya değil, insan ruhunu keşfetme yolu. Benim için edebiyat, sadece bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir değişim aracı. Toplumda konuşulmayan konuları edebiyat aracılığıyla işlemek, insanlara farklı bakış açıları sunmak ve onlara kendilerini sorgulatmak istiyorum. Yani evet, edebiyat bir misyon taşımalı. Bir kitabın, bir hikâyenin, bir karakterin okuyucuya dokunması, onun dünyasında bir şeyleri değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Edebiyat, insanı sadece eğlendirmemeli, ona dokunmalı, onu dönüştürmeli.

Romanın teması hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Okuyucunun bu hikâyeden almasını istediğiniz temel mesaj nedir?

Hikâyenin temel mesajı: “Sessizlik, kırıklık ve engeller bir son değildir. Bazen en güzel hikâyeler, en zor yolların sonunda başlar.” Bu romanda okuyucuya vermek istediğim birkaç ana fikir var: Aşk, eksiklikleri değil, ruhları tamamlar. Her insan, bir şekilde “kırık”tır ama bu kırıklar bizi özel kılar. Engelli bireyler sadece yardıma muhtaç insanlar değildir. Onlar da aşık olur, başarılı olur, hayal kurar. Sessizlik bazen en güçlü sestir. “Kırık Pencereler”, okuyan herkesin bir noktada kendini bulabileceği bir roman. Çünkü hepimiz hayatımızın bir döneminde “kırık” hissetmişizdir. Ama bu kırıkların içinden sızan ışık, bizim gerçek güzelliğimizi ortaya çıkarır.

Bana göre “Kırık Pencereler” romanı film çekimi için güzel kaynak olurdu. Romanınızın bir filmi çekilse, hangi oyuncuların karakterlerinizi canlandırmasını isterdiniz?

Eğer “Kırık Pencereler” romanı bir filme uyarlanırsa, karakterlerin derin duygusal yolculuklarını en iyi yansıtacak oyuncuların seçilmesi çok önemli olurdu. İşte karakterlere uygun olabilecek oyuncu önerileri:

Defne: Derin, duygusal ve güçlü bir kadın karakter olan Defne için, ekran karşısında duyguları izleyiciye yoğun şekilde geçirebilen bir oyuncu seçilmeli. Serenay Sarıkaya ya da Özge Gürel, Defne’nin güçlü ama kırılgan yapısını iyi yansıtabilir.
Mert: Sessizliğiyle derin bir karakter olan Mert’i, iç dünyasını oyunculuğuyla güçlü bir şekilde ifade edebilen bir isim oynamalı. Mehmet Günsür ya da Çağatay Ulusoy, Mert’in gelişim sürecini ve duygusal iniş çıkışlarını başarılı bir şekilde ekrana taşıyabilir.
Leyla (Defne’nin annesi): Hikâyedeki ağır yükü ve derin sevgiyi taşıyan bu karakter için, tecrübeli ve güçlü bir kadın oyuncu gerek. Zerrin Tekindor ya da Vahide Perçin, bu karakteri başarıyla canlandırabilir.
Cem (Mert’in arkadaşı): Hikâyeye hareket ve destek katan bir karakter. Boran Kuzum gibi genç, enerjik ve yetenekli bir oyuncu rol için uygun olabilir.
Mert’in Babası: Katı ama içinde bastırılmış duygular taşıyan bir baba figürü için Haluk Bilginer veya Fikret Kuşkan gibi isimler düşünülebilir.
Film; dramatik ve sanatsal bir atmosferde çekilirse, izleyiciye tıpkı romandaki gibi unutulmaz bir deneyim yaşatabilir.

Son sorum da şu olsun: Yakın gelecekte sizden yeni bir kitap bekleyelim mi? Cevabınız evet ise takvim belli mi?

Evet, farklı türde de çalışmalarım var, 2025 yılı içerisinde en az bir eserimi daha paylaşmak istiyorum.

Söyleşiyi sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Zaman ayırdığınız için de ayrıca teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*