Söyleşi Aslı Kemal Gürbey
Ridvan Orat, Kalan Yayınları’ndan yeni çıkan Büyük Düş-Ün romanında okurun karşısına yalnızca bir hikâye değil, karanlıkla aydınlık arasında sıkışmış bir toplumun vicdani muhasebesini çıkarıyor. Mardin’in kadim topraklarında filizlenen bu anlatı; cehalete, yoksulluğa ve umutsuzluğa rağmen bilgiyi, umudu ve direnişi büyüten yüreklerin öyküsü. Yazar; eğitimin dönüştürücü gücünü, bir çocuğun düşünde yeniden kurduğu bir köyün kaderine taşıyor, kitabın tüm telif gelirini de SMA, DMD, MS gibi hastalıklar ile mücadele eden çocuklara bağışlıyor. Bugün kendisiyle, hem romanın arka planını hem de bu güçlü eserin sakladığı derin anlamları konuşacağız.
Merhaba Ridvan Bey. Eseriniz hayırlı olsun. Sizi okurlarımıza tanıtarak başlamak isterim. Ridvan Orat kimdir?
Okudukça anlayacaksınız… Belki de çoktan tanıyorsunuz beni. Bana göre insan; söylediğiyle değil, yaptığıyla var olur. Ben de kendimi kelimelerle değil, bıraktığım izlerle anlatmayı seçiyorum. Okur, satır aralarında beni mutlaka bulacak… Belki Mustafa’da, belki Aka’da, belki de küçük bir çocuğun duasında.
Büyük Düş-Ün 324 sayfalık güzel bir çalışma. Okuması ve anlaması da rahat. Diyaloglar da başarılı kurgu da. Deyim yerindeyse nakış nakış işlenmiş bir roman çıkmış ortaya. Şu soruların yanıtlarını merak ediyorum: Ne zamandan beridir yazıyorsunuz ve yazmak için bir eğitim aldınız mı?
Yaklaşık 15 yıl önce başladım. İlk eserim 2015’te yayımlanan Aşk ve İstanbul adlı şiir kitabımdı. O dönemde bile Büyük Düş-Ün’ü yazmak istiyordum ama kendimi hazır hissetmiyordum; izlerini ilk kitabımda bile görmek mümkün. Büyük Düş-Ün o yüzden 15 yıllık bir birikimin, sabrın ve tutkunun ürünü. Ama son bir buçuk yılda hayatımı tamamen ona adadım; sahneler rüyalarıma giriyor, geceleri uyanıp not alıyor, her kelimeyi adeta nakış gibi işliyordum. Yazarlık için özel bir eğitim almadım; kendimi sürekli okumayla, gözlemle ve denemelerle geliştirdim. Amacım, sinematik ve şiirsel bir dil kurarak okurun sahneleri yaşamasını sağlamak oldu. Yazmak benim için artık bir tutkunun ötesinde, varoluşun ta kendisi… Büyük Düş-Ün yalnızca benim hikâyem değil; iyiliğe ve umuda inanan herkesin hikâyesi. Ben yazdım ama artık okurların nefesiyle yaşayacak.
Gelelim romanınıza. Romanın sunuş bölümünde eğitimin dönüştürücü gücünü ve okuma kültürünü yayma idealini temel aldığınızı söylüyorsunuz. Bu konuyu yazmaya sevk eden ilk kıvılcım neydi?
İlk kıvılcım, bir çocuğun gözlerindeki öğrenme umuduydu. Mesleğim gereği her gün eğitimle hayatı değişebilecek çocuklarla karşılaşıyorum. Bir kitap, bir kelime, bir cümle bile bazen bir çocuğun kaderini tamamen değiştirebiliyor. Bu gerçeği görüp hâlâ bir şey yapmamak bana ağır geldi. Kendime hep şu soruyu sordum: “Ben bu çocuklar için ne yapabilirim?” Cevabı Büyük Düş-Ün oldu. Çünkü değişim önce bir hayalle başlar, sonra bir kitapla büyür.
“Yıllar önce; soğuk, keskin bir kış gününde… Kar, yeryüzünü üşütüyordu; ama asıl üşüyen bir annenin kalbiydi. Çocuğunun tedavisi için çaresizce yalvaran o bakışlar, içimde hiç dinmeyen bir yara bıraktı. Maddi gücüm sınırlıydı ama yüreğimdeki istek çok büyüktü. Bu eserle elde edilen gelirin o çocuklara umut olacağını bilmek bana en büyük gücü verdi. “Belki bir kitap dünyayı değiştirmez ama bir çocuğun dünyasını değiştirirse, bu bana yeter.”
Stefan Zweig’ın savaş mağdurlarına, J.K. Rowling’in çocuk vakıflarına, Sabahattin Ali’nin köy okullarına verdiği destekler gibi; pek çok yazar edebiyatı yalnızca bir sanat alanı değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olarak da görmüştür. Siz de Büyük Düş-Ün’ün tüm telif gelirlerini SMA, DMD ve MS gibi ağır hastalıklarla mücadele eden bireylere bağışlayarak bu geleneği sürdüren örnek bir tavır sergiliyorsunuz. Bu kararı almanızda sizi etkileyen duygu veya olay neydi?
Daha önce de ifade ettiğim gibi, o annenin çaresizliği içimde bir şey kopardı. “Bir gün bir şeyler yapmalıyım,” dedim… Ve o sözü hiç unutmadım. Maddi imkânım büyük değildi; ama kalemim vardı. Bir kitabın bir çocuğun ilacına, bir annenin duasına dönüşebileceğini düşündüm. Ve artık başka bir seçenek kalmadı: Büyük Düş-Ün’ün her kuruşu o çocuklara nefes olacak. Bu, benim için bir yazarlık kararı değil; bir vicdan borcuydu. Çünkü bazen bir kitap, bir tedavinin ilk cümlesidir.
Kitapta Mustafa’nın karşısına çıkarılan Büyük Düş-Ün kitabı hem metaforik hem sembolik bir unsur olarak hoşuma gitti. Romanın merkezinde Mustafa’nın cehalete karşı eğitimle direnen hikâyesini beğendim ve Mustafa’ya hayran oldum. Bu karakteri oluştururken toplumdaki hangi gerçek yaşam hikâyelerinden ya da gözlemlerinizden ilham aldınız?
Mustafa aslında sadece bir karakter değil; bu topraklarda sessizce mücadele eden binlerce insanın sesi… Onu yazarken tek bir kişiden değil, birçok gerçek hayattan ilham aldım. Ben Anadolu’nun birçok köşesinde, imkânların çok sınırlı olduğu okullarda bile eğitimle tutuşan bir umut gördüm. Kimi çocuklar vardı; okumak için kar kış demeden kilometrelerce yürüyen… Kimi öğretmenler vardı; kendi maaşını sınıfına soba yapmak için harcayan… Kimi anne babalar vardı; elleri nasırlı ama yürekleri “okusun da kurtulsun” duasıyla dolu… Mustafa işte o insanların ortak hikâyesinden doğdu. Cehalete teslim olmayan, şartlara yenilmeyen, “Bir kapı açılacak” diye inancından vazgeçmeyen herkesin temsilidir. Onun hayata karşı direnişinde öğrencilerin yüzlerinde gördüm. Köylerde, kasabalarda, okul bahçelerinde gözlerinin içi umutla gülen o çocuklar… Her biri Mustafa’nın bir parçasıdır. Ve şunu söyleyebilirim: “Mustafa karakterini ben yazmadım aslında; hayat yazdı, ben sadece kaleme aldım.” Onu özel yapan şey kahramanlığı değil; kararlılığıdır. O, küçük bir adımın bile koca bir geleceği değiştirebileceğine inananların sembolüdür. “Mustafa, biz yeter ki isteyelim; kaderimizin kalemini elimizle yazabileceğimizin kanıtıdır.”
Roman boyunca sık sık “oku”, “bilgi”, “kalem”, “düş” gibi kavramların kutsal bir temayla işlendiğini görüyoruz. Bu yönüyle romanın felsefi veya metafizik bir okuması da mümkün. Eserde Cim ve Şaro gibi sembolik karakterler aracılığıyla bilgi-cehalet, ışık-karanlık çatışmasını da işliyorsunuz. Bu alegorik dili kurarken felsefi ve edebi olarak hangi kaynaklardan beslendiğinizi merak ediyorum?
Romanın ruhunda, insanlığın en eski mücadelesi var: Bilgi ile cehaletin mücadelesi. Ben de bu çatışmayı edebiyatın sembolik ve alegorik diliyle aktarmak istedim. Cim ve Şaro gibi karakterler, aslında insanın kendi içindeki ışığın ve karanlığın temsilidir. Bu dili kurarken tek bir kaynağa bağlı kalmadım; hem edebi hem felsefi birçok birikim beni besledi. Klasiklerden modern yazarlara uzanan geniş bir ilham yolculuğu yaşadım. Kur’an-ı Kerim’deki ilk emir olan “Oku!”, romanımın en güçlü dayanağıdır. Çünkü ben de inanıyorum ki: “İnsan, bilgiyle yeniden doğar.” Ayrıca Sokrates’in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” sözünden, Mevlânâ’nın insanın içindeki hakikat arayışını anlatan öğretilerinden, Sabahattin Ali’nin toplumsal cehalete karşı kalemini siper etmesinden, Stefan Zweig’ın insan psikolojisini derinlemesine işleyen anlatısından, J.K. Rowling’in umut ve hayal gücünü iyileştirici güç olarak kullanmasından etkilendim. Edebiyatın mucizesi de zaten burada: Felsefeyi duyguyla, gerçekle hayali, ışıkla karanlığı buluşturabilmek… Bu yüzden Büyük Düş-Ün’de kalem bir güce, bilgi bir ışığa, okumak ise bir direnişe dönüşüyor. Benim amacım sadece bir hikâye anlatmak değil; okurun kendi içinde bir yolculuğa çıkmasını sağlamaktı. “Büyük Düş-Ün, cehalete karşı en kadim direniş biçimi olan okumanın felsefi bir çağrısıdır.”
Romanın bazı bölümleri Mardin, Kara Yazgılı gibi mekânlarda geçiyor ve çok canlı bir kültürel atmosfer hissediliyor. Bu mekânları seçmenizin özel bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Neler söylemek istersiniz?
Mardin, benim doğduğum ve ruhumu yoğuran şehir. Taşları konuşur, sokakları dua okur, gökyüzü insanı hayallere zorlar. Orada her kapının ardında başka bir hikâye, her tepede başka bir medeniyet vardır. Mardin’siz bu roman eksik kalırdı. Kara Yazgılı ise Anadolu’nun adı duyulmamış köylerinin ortak adıdır. İsmi karanlık gibi görünse de içinde tertemiz bir ışık taşır. O köylerde de bulundum; yoksulluğun diz boyu olduğu hâllerde bile “çocuğum okusun” diye gece gündüz çalışan analar, babalar gördüm. Bu iki mekân benim için sadece bir dekor değil, romanın canlı karakterleridir. Mardin umudu, Kara Yazgılı ise direnişi temsil eder. Büyük Düş-Ün’ün coğrafyası, karakterlerin kader ortağıdır.
Eserdeki yan karakterler Mim Amca, Zeyn, Aziz, Yavuz gibi; Mustafa’nın içsel dönüşümünde güçlü roller oynuyor. Köydeki cehalet, muhtarlık baskısı, yoksulluk ve kader algısı oldukça gerçekçi biçimde anlatılmış. Sizce günümüz toplumunda hâlâ benzer bir “kaderci cehalet döngüsü” var mı?
Ne yazık ki evet… Bugün hâlâ pek çok yerde “kaderci cehalet döngüsü” devam ediyor. Çünkü cehalet sadece öğrenememek değildir; “böyle gelmiş, böyle gider” demektir. Romanımda Aziz ve Yavuz gibi karakterler, bu döngünün gölgesinde büyüyen ve bazen mecburen susan insanları yansıtıyor. Zeyn ise tam aksine Mustafa’nın en yakın dostu; karanlıkta bile onu yalnız bırakmayan, omuz veren, “kardeş” dediği yürektir. Mim Amca ise bambaşka bir ruhu temsil eder: O, bölgenin bilge hafızasıdır; korkuya rağmen susmayan, ışığı koruyan bir direniş adamıdır. Mustafa’nın içindeki umudu ilk gören ve ona yol gösteren kişi odur. Ben şuna inanıyorum: “Kader, teslim olana zincir; direnen için ise kapıdır.” Bu nedenle Büyük Düş-Ün’de eğitim, bir umut anahtarı olarak yer alıyor. Çünkü cehalet insanı aşağı çeker; eğitim ise insanı ayağa kaldırır. Bugün hâlâ bir kitap yüzünden hayatı değişebilecek çocuklar, fakat o kitaba ulaşamayan aileler var… Büyük Düş-Ün tam da bu yüzden yazıldı: “İnsan, kader sandığı şeyin çoğu zaman bilgisizlikten ibaret olduğunu fark etsin diye.” Kader değişmez değil; değişim bilgiyle başlar.
Kapakta okurun kendi adını yazabilmesi için yazar adı yerine bir boşluk bırakmışsınız. Bunu açıklar mısınız? Bir de romanın sonunda “Bu daha başlangıç” diyerek okura yeni bir yolculuk kapısı aralıyorsunuz. Büyük Düş-Ün için bir devam kitabı planlıyor musunuz?
Kapaktaki boşluk, aslında çok sade görünen ama derin bir anlam taşıyan bir fikirden doğdu: “Bu hikâyenin gerçek yazarı ben değilim; okuyan herkes.” Çünkü Büyük Düş-Ün sadece bir roman değil, okuyanın hayatına dokunduğu anda tamamlanan bir yolculuk. Okur kapağa kendi adını yazdığında bir hikâyenin değil, bir iyilik hareketinin ortağı oluyor. Bu yüzden o boşluk, her okur için bir umut imzasıdır. Evet, Büyük Düş-Ün beni çok yordu; hem kalemimi, hem gecelerimi, hem de ruhumu zorladı. Ben sıradan bir memurum… Ne büyük bir yazarım, ne de adı dillerde dolaşan biri. Adımı sosyal medyada değil; çocukların umudunda duyurmak için çabalıyorum. Benim için bu yol, edebiyattan önce insana dokunma meselesi. Bu yüzden “dinlenmek” diye bir lüksüm yok. Şu anda kampanyanın tam merkezindeyim; gerekirse sahaya inecek, insanlara dokunacak, bir çocuğun daha umutla uyanması için çalışacağım. Çünkü bazen bir kitabın satışı, bir çocuğun nefesi demektir. Devam kitabı meselesine gelince… Eğer bu kampanya hedefe ulaşır ve çocuklarımız için yeterli kaynak oluşursa, Mustafa’nın yolculuğu da benim kalemim de devam eder. Ama bugün tek bir cümlem var: “Bir çocuk daha gülüyorsa… Benim tüm yorgunluğum hikâye bile değil.”
Yazarların birbirinden ilham aldığı söylenir. Şunu merak ediyorum: İlham aldığınız yerli veya yabancı yazarlar var mıdır? Varsa, onların hangi yönleri sizi etkiledi ve etkinin eserlerinize yansıdığını düşünüyor musunuz?
Birkaç isim bende çok derin iz bıraktı:
Sabahattin Ali: Topluma ayna tutuşu, cehalete karşı kalemini asla eğmeyişi…
Stefan Zweig: İnsan ruhunun en karanlık köşelerini bile merhametle aydınlatışı…
J.K. Rowling: Hayal gücünün bir çocuğun hayatını nasıl kurtarabileceğini bana öğretti.
Mevlânâ: “Karanlıkta değil, ışığın olmadığı yerde karanlık vardır” cümlesiyle yolumu açtı.
Ama en büyük öğretmenim hâlâ Mardin’in sokaklarında, köy yollarında karşılaştığım çocuklar ve aileler. Onların gözlerindeki umut, benim en büyük ustam. “İlham kitaplardan gelir, ama asıl güç o kitapları okuyan gözlerden doğar.”
Zaman ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.
Ben teşekkür ederim. Bu güzel sorular, hem romanıma hem de yazma yolculuğuma dair düşüncelerimi paylaşmam için harika bir fırsat oldu. Umarım Büyük Düş-Ün okurlarda merak, umut ve değişim duygusunu uyandırır. Çalışmalarınıza başarı ve kolaylıklar dilerim. “Ve umarım okurlar, kelimelerin bir hayatı değiştirebileceğini hisseder.”
Leave a Reply