Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Edebiyat dünyasında kendine özgü sesi, derin duyarlılığı ve güçlü anlatımıyla özel bir yer edinen Suzan Kuyumcu, kalemiyle hem yetişkinlere hem de çocuklara dokunmayı başaran nadir yazarlardan biridir. Onun metinlerinde hayatın kuytuları, kadınların görünmez acıları, çocukların masum dünyaları ve insan ruhunun karanlık koridorları aynı incelikle işlenir. Üretkenliği ve edebî çeşitliliğiyle dikkat çeken Kuyumcu, roman, öykü ve çocuk edebiyatı alanlarında ortaya koyduğu eserlerle Türk edebiyatına kalıcı izler bırakmaktadır. Her kitabında insanı yeniden okuyan, yeniden düşünen ve yeniden var eden bir anlatım diliyle karşımıza çıkan yazar; ödüllerle taçlanmış öyküleri, iç dünyası güçlü karakterleri ve sosyal meseleleri odağına alan yaklaşımıyla okurunu daima diri tutan bir edebiyat anlayışına sahiptir. Onun eserlerinde, hayatın bütün gerçekliği ve duygu yükü yalın ama çarpıcı bir dille akarken, anlatılarının ardında derin bir insanlık deneyimi ve güçlü bir gözlem yeteneği hissedilir. Bu söyleşi, Suzan Kuyumcu’nun hem edebî yolculuğuna hem de yeniden okurla buluşan eserlerine yakından bakmak için değerli bir fırsat sunuyor.
Merhaba Sayın Kuyumcu. Sizlerle tekrardan yolumuzun kesişmesinden mutluyum. Türk edebiyatının bilinen ve sevilen isimlerinden birisiniz. Çok sayıda eser kaleme aldınız. Sizi halen tanımayan, isminizi ilk kez duyacak olan okurlar mutlaka vardır. Onlar için kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Merhabalar, ben de sizinle aynı çatı altında yeniden bir araya gelmekten mutluyum. Suzan Kuyumcu kimdir? Kişiyi kendinden daha iyi kim tanımlayabilir, tezini savunurken; cevaplanabilecek en zor soru olduğunu da kabul ederim. Çünkü kişi kendini keşfe çıkma olanağı bulabilmişse gerçek verilerle donanır. Yaşamın önünüze serdiği zorluklar, yalnızlık duygusu sizi iç dünyanızla buluşmayı hızlandırır. Ben bu sürecin içine erken yaşlarda, içe dönük çocukluk dönemiyle başlamış oldum. Tek dostunuz; güven duyduğunuz, dertleştiğiniz, sohbet arkadaşınız, sırdaşınız, ruhunuzu rahatlıkla teslim ettiğiniz bir veridir bu. Okuma yazma öğrendikten sonra tek sığındığınız limanınız olur GÜNCE. Düşünmeyi, yüzleşmeyi, analiz etmeyi, sorduğunuz soruların cevaplarıyla buluşmayı, kendini başkasının düşünceleriyle-duygularıyla buluşturmayı sağlar. Çokça okur, çokça yazarsınız. Ve zamanla duvarın görünen kısmından çok arka yüzünü görmeye başlarsınız. Yaşam herkese aynı koşulları sağlamaz, kimileyin zorunlu yaşamaya iter ve insanı şu anda bulunduğu ortama taşır. Suzan Kuyumcu, bir özel sektörün Finansman bölümünden emekli ve bir çocuk annesidir.
Kalan Yayınları tarafından yeni baskıları yapılan “İlkbaharın Son Çırpınışları I (Üçüncü Baskı), İlkbaharın Son Çırpınışları II (İkinci Baskı)” serisi ile “Gülce ve Can Dostları” (üç cilt bir arada) kitaplarınız, okur nezdinde hâlâ güçlü bir ilgi gördüğünü gösteriyor. Bu yeni baskılar sizin için ne ifade ediyor? Tekrar basılan bir eserinizi bugün elinize aldığınızda, zamanın sizde bıraktığı farklı bir yorum ya da gözlem oluyor mu?
İlkbaharın Son Çırpınışları, seri olan iki roman, klasikler grubuna giren dönem romanlarıdır. İlk baskısı 2006 yılında olmuştur. Selanik doğumlu olan ve beni büyüten anneannemin yaşam öyküsünden uyarlanmıştır. Ailesinin Yunanistan’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan, varsıllıktan yoksulluğa düşüşün, kayıp ve kaçırılan çocuklarının, kendi topraklarında Rumlar tarafından öldürülen eşini ve karşılaştıkları zorlukları anlatır. Yeni baskıları güçlü bir yayınevinin çatısı altında oluyorsa önem taşır. Bu romanların bir önceki baskılarını yapan yayınevi kapanınca, başvuracağınız adresiniz de olmuyor. Türkiye’de yaşamın her alanı çok zor ve nereye doğru evriliyoruz bilinmezliği içindeyiz ne yazık ki.
Gülce ve Can Dostları (78 Sayfa), İlkbaharın Son Çırpınışları Geçmişin Ayak İzleri -1- (227 sayfa), İlkbaharın Son Çırpınışları (Portakalım Ağlıyor) -2- (196 sayfa). Eserlerinizde özellikle kadın karakterlerin iç dünyası, kırılganlıkları ve direnç noktaları belirgin bir biçimde öne çıkıyor. “Kimlik”, “aidiyet” ve “yaralı geçmiş” gibi temaları işlerken sizin için belirleyici olan yaratıcı motivasyon nedir? Bu temaların sizdeki kökenine dair okura neler söylemek isterdiniz?
Evet, eserlerimin çoğunluğu kadın temalı. Toplumumuzda çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hayvanlar ve doğa kıyımıyla ilgili o kadar çok veriler var ki olumsuz etkilenmemek olası değil. Hem duygusal hem us/sal kırmızı çizgimdir. Bu çizgi, farkındalığı yoğun yaşayanlarda kalıcı izler bırakabiliyor. Duygudaşlık özelliğimden dolayı olsa gerek ben de onlardan sadece biriyim. “Yaralı geçmiş” Kimin yok ki? Toplumumuzda hemen her bireyin bir yönleri çöküktür. Eserinizi yazarken yarattığınız kahramanı hangi konuda görevlendiriyorsanız, o konuda kendi yaranız kanar, sevinciniz coşar, çaresizliğiniz duygu seli olup dökülür sözcüklere. Kahramanları kurgu olsa bile hissedilen duygular gerçeğin kendisidir, canlıdır.
Eserlerinizde insanın iç dünyasını büyük bir duyarlılıkla işlerken, hayvanlara olan sevginizin ve onların yaşam hakkına duyduğunuz saygının da hayatınızda önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Sizce edebiyat, hayvan hakları konusunda toplumsal farkındalık yaratmada nasıl bir rol oynayabilir? Kendi yazınsal dünyanızda bu duyarlılık hangi biçimlerde kendini gösteriyor?
Duygudaşlığım hayvanları, çocukları, doğayı, yaşlıları da bünyesinde barındırır. Zordur, dayanma gücünü yıpratır insanın. Sanatın ana damarıdır edebiyat. Hisseder, şekillendirir, kendi rengiyle besler ve uzun yolculuğuna çıkar. Kıyımsa kıyım, adaletsizlikse adaletsizlik, kültürel yapının ileri-geri savruluşları gibi verileri geleceğin her dönemine taşır.
Romanlarınızda mekân yalnızca bir arka plan unsurundan çok, karakterlerin psikolojik dünyasını şekillendiren bir dinamikmiş gibi öne çıkıyor. Siz mekânı kurgusal yapı içinde nasıl konumlandırıyorsunuz? Karakter mi mekânı inşa ediyor, yoksa mekân mı karakteri dönüştürüyor?
Sevgili Aslı Hanım’cığım, varsıllığın içindeyken yoksul bir ortamın, yoksulken kalburüstü bir yaşamın içinde olmayız. Hayalimizde bile tam anlamıyla canlandıramayız. Anlatımdaki duygular yetersiz kalır. Yaşamımız aynı zamanda bulunduğumuz konumumuzu belirler.
Eserlerinizdeki kadın karakterler derin iç çatışmalar yaşarken erkek figürlerin çoğu bu çatışmaların gölgesinde kalıyor. Sizce günümüz Türkiye’sinde erkeklerin kadınların duygusal dünyasına bakışı hangi yönleriyle hâlâ sorunlu?
Burada çocukluk dönemi devreye girer diye düşünüyorum. Çocukluğu sevgi ortamında büyüme şansına sahip bir yetişkini; yaşama bakış açısını, güven duygusunu, duygusal cesaretini görünür yapma olasılığını, tersi olanlara oranla çok daha yüksektir. Çabuk inanır, çabuk güvenir belki çokça da yanılır ama dener. Bir Kızıldere atasözü der ki “Kadının yanına giderken kılıcını yanında taşı, çünkü kadın güçlü olanı ister.” Kadının isteği manevi güçtür. Şiddet değil. Karşı cins bu bilinci öğrendiği ve kadın kendi değerini fark ettiği zaman sanırım çağ atlayacağız.
Okurların giderek daha kısa metinlere yöneldiği, görsel içeriklerin yükseldiği bir çağda uzun soluklu romanlar yazmaya devam eden bir yazar olarak, günümüz insanının kitap okumaya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce edebiyat, bu hız çağında okuru yeniden “yavaşlatma” gücünü hâlâ taşıyor mu?
Evet, güzel bir soru olmuş, teşekkür ederim. Tartışma konusu olarak binlerce fikre kapısını açar bu soru. Yazma oranı çoğaldıkça okuma oranları hızla düşmede. Çok çok önceleri yazan az olduğu için değerleri günümüze değin önemini korumakta. Görsel içeriklere ilginin çoğalmasının yanı sıra kirlilik çoğaldıkça görünmez oluyorsunuz. Emek hırsızlarının işine kolaylaştıran, onları zahmetten kurtaran en önemli verilerden biri de yapay zekâ oldu. Onlara gümüş tepsi içinde sunulan ödül gibi. Bu durum oldukça ürkütücü. Artık edebiyatla hiç ilgisi olmayanlar da yazar-şair.
Her insanın iyi edebiyatı ve yazarlığı tanımlama biçimi farklıdır; kimine göre yazar, duygulara tercüman olan biridir, kimine göre topluma ayna tutan ya da değişimi tetikleyen bir düşünürdür. Peki, sizce yazar kimdir, onun en temel sorumluluğu nedir ve iyi bir yazarı diğerlerinden ayıran asıl özellik ne olmalıdır?
Her okuyucunun beklentisi; kültürel yapısı ve ilgi alanına göre şekillenir. Yazar eserini meydana getirirken toplumdaki yöresel, aile içi kültürel yapısını yansıtır eserlerine. Bu aynı zamanda içinde bulunulan dönemin verileridir. Kahramanlara yüklediği sorumlulukla toplum düzenine, kültürel yapısına, ruhsal dengesine içinde bulunduğu koşullar doğrultusunda ışık tutar. İşte bu ışık, değişime uğramış olan gelecek dönemlere eserler sayesinde taşınır. Nerelerde yol alınmış nerelerde tıkanıp kalınmış bu verilere ölçüt olur. Edebiyat, taşıyıcı özelliği ile zamana meydan okuyan usta bir hamal; yazarı ise gönüllü bir köle. İçeriğinde sevgi gibi geniş yelpaze varsa oradan beslenebilir bütün duygular.
Günümüzde sosyal medya ve dijital platformlar, yazar–okur ilişkisini hem yakınlaştıran hem de zaman zaman yüzeyselleştiren bir etki yaratıyor. Sizce bu yeni iletişim ortamı, gerçek edebî etkileşimi güçlendiriyor mu, yoksa edebiyatı tüketilen bir “hız kültürü”ne mi dönüştürüyor?
Medya ve dijital düzen doğru amaçlar için kullanıldığı sürece verimli olur. Doğru amaçlar ise geri ya da gelişmekte olan toplumlardan çok uzaktır. Bu nedenle yukarıda bahsettiğim gibi kolaylık; dolandırıcılıkların, sahtekarlıkların, ahlaki çöküntünün, ekonomik çöküntünün, zihin zehirlenmesinin kapısını aralayan zemini oluşturur. Üzüntüm; hızla tüketilen, sanalın içinde gerçeği yutan, görünmez kılan bir sürecin içindeyiz ve nereye savrulur, nerede konaklarız, bilinmezin tam orta yerindeyiz.
Vakit ayırıp sorularımı yanıtladığınız için teşekkür ederim. Eserlerinizin yolculuğu uzun ve ilham verici olsun.
Sevgili Aslı Hanım’cığım, sorularınızla iç dünyamın dışavurumu oldu sohbetimiz. Ben teşekkür ederim. Sevgilerimle.



Leave a Reply