Yakar Almacak: “Amacım insanı anlamak, doğayı anlamak, kendime ve çevreme fayda sağlamaktır.”

Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey

Anadolu’nun yüzyıllar ötesinden gelen Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışı ile 20. yüzyılın büyük sosyologlarından Pitirim A. Sorokin’in özgecilik teorisi… İlk bakışta birbirinden uzak gibi duran bu iki isim, aslında insanın derinliklerinde buluşuyor: şefkat, sevgi, iyilik, ve fedakârlıkta. Yakar Almacak, yüksek lisans tezini kitaplaştırarak bu iki düşünce dünyası arasında köprü kuruyor. Yunus Emre’nin Şiirlerinin Pitirim Aleksandroviç Sorokin’in Özgecilik Teorisi Bağlamında İncelenmesi adlı kitap, hem edebiyat hem de sosyal bilimler açısından dikkat çekici bir katkı sunuyor. Kitap, Kalan Yayınları markasıyla yayımlandı ve okurun beğenisine sunuldu. Bu söyleşide, hem kitabın yazılış hikâyesini hem de Yunus’un yüzyıllardır yankılanan sesinin modern psikoloji ve sosyolojiyle nasıl buluştuğunu konuşacağız. Buyurun söyleşimize…


Merhaba Yakar Hanım. Eseriniz için sizi tebrik ederim. Eseri beğenerek okudum. Kaleminize sağlık. Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Yakar Almacak kimdir?

Ben 1989 yılında İstanbul’da doğdum. 2007’de geleneksel el sanatlarını kazandım. Burayı bitirdikten sonra sosyoloji eğitimi aldım. Sonrasında psikoloji üzerine master yaptım. Amacım insanı anlamak, doğayı anlamak ve eğitim yoluyla kendime ve çevreme fayda sağlamaktır.

Bu güzel çalışma aslında sizin yüksek lisans tezinizdi. Tezi kitaplaştırdınız. İyi ki yapmışsınız. Bu sayede çalışmanız çok geniş kitlelere ulaşacak. Her eser bir motivasyondan doğar, diye bir söz var. Birbiriyle ilintili 2 sorum olacak: 1) Bu konuyu seçme motivasyonunuz neydi? 2) Tezi kitaba dönüştürme fikri nasıl gelişti?

Öncelikle, bu konuyu yıllardır düşünüyordum. Şöyle ki, 13 yaşımdan beri kitap okuyan biriyim. Tasavvufa her zaman ayrı bir ilgim vardı. Tasavvufun yalnızca dinlerle açıklanmasının yetersiz olduğunu düşündüğüm için, psikoloji bilimiyle de açıklanması gerektiğine inandım. Nitekim özgün bir çalışmayı, Sayın Dr. Arzu Somay hocamın katkılarıyla netleştirmiş oldum. Bu çalışma en başından beri bir kitap gibiydi; asla bilimsel bir amaçla değil, herkesin okurken kendine bir pay çıkarması adına dilini ve akışını sade, anlaşılır tutmaya çalıştım. Bu fikrin gerçekleşmesinde Kalan Yayınevi’nin ve Yılmaz Bey’in de katkıları vardır. Emek veren herkese teşekkür ederim.

Akademik, bol referanslı, özel terminolojiler kullanan bir araştırmayı, genel okurun da okuyabileceği bir kitaba dönüştürmek göründüğü kadar kolay değil. Genel bir okuyucu olarak ben, akademik bir araştırma kitabını belki de ilk kez keyifle ve zorlanmadan okudum. Bunun için sizi tebrik ederim. Bunu yaparken zorlandınız mı ve tezden çok eksiltmeler oldu mu?

Çok teşekkür ederim. Böyle düşünmeniz beni onurlandırdı. Aslında en başından beri söylediğim şey, bunun bir kitap olması gerektiğiydi. Çünkü tez kurulu hocalarım da ilk defa böyle bir araştırmayla karşılaşmışlardı. Onların aklından geçen de “Bu bir kitap olmalı.” fikriydi. Bu yüzden teze çok fazla dokunulmadı. Elbette bazı ufak ayıklamalar oldu; bu da okuyucunun akışta kalması için yapılan ufak değişikliklerdi.

Batı merkezli bir sosyoloji teorisinin, Anadolu’nun mistik şiir geleneğiyle böylesine örtüşmesini nasıl açıklıyorsunuz?

İnsan, doğası gereği bir bütündür, haliyle sonraki yaşantıları farklılaştırsa da  evrensel değer ve ahlaki tutumlarımız bu bütünün bir parçasıdır.  Acılarımız, mutluklarımız yani duygularımızı yansıtma şeklimiz benzerdir.

Kitabınızda Yunus Emre ile Sorokin’i özgecilik temelinde karşılaştırırken “felsefi derinlik” açısından kimin daha güçlü bir çerçeve sunduğunu düşünüyorsunuz?

Böyle bir ayrım yapamam, çünkü Yunus Emre 13. yüzyıla damga vurmuş, toplumsal düşünen bir şairdir. Sorokin ise 20. yüzyıla damga vurmuş araştırmacı bir sosyologdur. İkisi de farklı zamanlara denk düşmelerine rağmen aynı konular üzerine kafa yormuş bireylerdir.

94 sayfa olan kitabınızda Yunus Emre’yi “yardımseverlik, fedakârlık, sevgi ve aşk ozanı” olarak tanımlıyorsunuz. Hakikatte böyle. Sizce Türk toplumu olarak Yunus Emre’yi gerçekten anladık mı, yoksa onu sadece törenlerde, anma günlerinde hatırlayıp, anlamış gibi mi davranıyoruz.

Nesimi, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Kaygusuz Abdal, Aşık Veysel, Gazali ve Yunus Emre gibi halk ozanlarının yaşadıkları ahlaki ilkeleri ve öğretileri toplum olarak çok sindiremedik. Bu yüzden anladığımızı pek düşünmüyorum.

Yunus Emre’nin düşüncelerini topluma egemen kılabilirsek harika olurdu. Bu mümkün mü yoksa gerçekleşme ihtimali düşük bir hayal mi emin değilim? Neler söylemek istersiniz?

Yunus emre düşünceleri evrensel bir bildiri gibidir. Bu her topluma entegre olacak bir yapıda olduğu için buna ütopya olarak bakamam. Çünkü modern toplumların bu tarz ahlaki yapılara ihtiyacı vardır. Bugün bulunduğumuz toplum bir yozlaşmanın içindedir. Bu yozlaşmadan kurtulmanın birkaç basamağı vardır. Yunus Emre gibi şahsiyetler bu basamağın mihenk taşlarıdır.

Kitabınızı imzaladığınız bir imza gününde olduğunuzu düşünün. Bir okurunuz size şöyle bir soru sorsa yanıtınız ne olurdu: Yunus Emre’nin bir dizesini bugünün dünyasına bir öğüt olarak sunmanız gerekse hangisini seçerdiniz?

“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin, yüzün, yumaz değil.”

Yunus’un birçok sözü var ama benim için bu söz çok anlamlıdır. Çünkü gönül kırmak, bilerek bir canlıya zarar vermek, kabul edeceğim bir şey değildir.

Önümüzdeki süreçte sizden yeni eserler bekleyelim mi?  

Evet, bunun çalışmalarını yapıyorum. Yeni eserim de güzel sonuçlar verecektir diye umuyorum.

Zaman ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.

Benimle ortak bir söyleşi gerçekleştirdiğiniz için ben de sizlere teşekkür ederim.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*