Ali İhsan Gezer: “İşçiler için iyi sendika, “sınıf sendikacılığı” çizgisine sahip olandır.”

Ali İhsan Gezer: “İşçiler için iyi sendika, “sınıf sendikacılığı” çizgisine sahip olandır.”

SÖYLEŞİ: Aslı Kemal Gürbey

Ali İhsan Gezer’in “Camı Kırmak” adlı belge-romanı hem kişisel bir mücadele tarihini hem de Türkiye işçi sınıfının önemli bir direniş deneyimini belgeleyerek sunuyor. Kitap, özellikle 2003’te Eskişehir Paşabahçe’deki işçi direnişine odaklanıyor ve bunu tarihsel bağlamlara, geçmiş grev ve direnişlerle kurulan süreklilik ilişkisine oturtuyor. Bu belge- roman; nitelikli yayınlarıyla tanınan Kalan Yayınları etiketiyle basıldı ve raflarda okurlarını bekliyor. Yazarla eser hakkında söyleşi yaptık. Buyrun söyleşimize.

Merhaba Ali İhsan Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Eserinizi bir solukta ve beğenerek okudum. Bu söyleşiyi yapmaktan da mutluyum. Evvela kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlayalım. Ali İhsan Gezer kimdir? 

Ben, 1951 Emirdağ doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimini Emirdağ’da gördüm. Liseden Astsubay okuluna geçiş yaparak 1971 yılında Jandarma Astsubay olarak mezun oldum. Altı yıl astsubay olarak görev yaptıktan sonra, Gaziantep’te  meydana gelen “Düztepe Çatışması” olarak bilinen, İlhan ve Mehmet Ali isimli devrimcilerin çatışarak öldüğü olayla ilişkilendirilerek, THKO üyesi olmaktan tutuklandım. İki buçuk yıl hapis yatıp çıktım ve devrimci mücadeleye aktif olarak katıldım. Dışarda iki buçuk yıl kaldıktan sonra tekrar tutuklandım ve 8 yıl hapis yattım. Hapislikten sonra bir özel firmada çalışarak işçi emeklisi oldum. Şu an Akçay’da yaşıyorum.

Bu eser yazıldıktan sonra on beş yıl geçti. Yayınlayıp yayınlamamakta karar verememiştim. Araya ilk kitabım olan “Uygunsuz Adım” girdi. O kitaptan sonra okuyuculardan devam etmem ve ikinci, üçüncü eserler üretmem istendi. Bu genel beklenti beni baskıladı ve yazıp bıraktığım bu kitabı güncel rötuşlarla çıkarmaya karar verdim. Bu eserin yazımında hemen hiçbir zorlukla karşılaşmadım. Tersine, o mücadelede yer alan işçi arkadaşlarla dostluğum ve görüşmelerim devam ettiği için konu her dem tazeliğini koruyordu. Bu direnişi kaleme almamın nedeni, değişen dünya koşullarının işçi sınıfının misyonunu giderek daha fazla ön plana çıkarması nedeniyle, tanık olduğum ve büyük ölçüde içinde yer aldığım örnek bir direnişi anlatarak, işçilerin acilen birleşmeleri gerektiğine vurgu yapmaktır.

136 sayfa olan eser, Paşabahçe Cam İşçilerinin 2003 yılında 60 gün süren direnişlerini ele alıyor. Şu 3 soruyu  sormak istiyorum: 1) Bu direnişi kaleme almanızın sebebini merak ediyorum? 2) Bu eser ne kadar sürede yazıldı? 3) Eserin yazımında yüzleştiğiniz zorluklar neler oldu?

“Camı Kırmak”, güçlü bir metafor olmuş. Başlığı beğendim. Eserinizde direnişte yer almış işçilerin kendi diliyle, duygu dünyasıyla, tanıklığıyla yazılmış bölümler var. Bunlar esere anlamlı bir hava katmasının yanında hem anlatının duygusal yoğunluğunu artırmış hem de eserin otantik bir tarihsel belge işlevi görmesine katkı yapmış.  Çok sade ve sürükleyici bir diliniz de var. Bu yazma yetkinliğinin kısa sürede oluşmayacağını, uzun bir yoldan buralara geldiğinizi tahmin ediyorum. Ne kadar süreden beridir yazı yazdığınızı, yazma serüveninizi merak ediyorum?

Ben Marksist bir dünya görüşüne sahibim. Astsubay olduğum dönemde nasıl bir iç dönüşüm geçirdiğimi birinci kitabım Uygunsuz Adım’da detaylıca anlattım. Marksizm’le tanışmam, beni yeniden yarattı diyebilirim. Marksizm’i, diyalektik materyalist felsefeyi tanımadan önceki dönemimi kayıp yıllar olarak görüyorum. Kitleye hitap etme yeteneğini kazanmamda astsubay olarak askerlere hitap etmenin önemli avantaj sağladığını düşünüyorum. Ancak bundan çok daha önemlisi, profesyonel olarak devrimci mücadeleye katıldıktan sonra doğrudan halk kitlelerine seslenen bildiri ve broşürler yazmış olmamın büyük etkisi vardır. Özellikle Marksist felsefeyle tanıştıktan sonra ağzımdan çıkan her sözü kulağımın duyuyor olması, anlatımda sade  ve eklektik olmayan bir tarz yarattı diyebilirim.

Pek çok kişi günümüzdeki sendikacılıktan memnun değil. Hatta sendikacıların kendileri bile sendikalardan şikâyetçiler. Sendikacıların bile sendikalardan şikâyetçi olmasını siz nasıl yorumluyorsunuz?

Ülkemizde sendikacılık 1980’den sonra köklü bir değişim yaşamıştır. Dünyada “Amerikan Sendikacılığı” diye bilinen, devletin müdahalesi ve yol vermesiyle mafyatik yönetim tarzına sahip sendikacılık, hızla bizim ülkemize de yerleştirilmiştir. 1980 Faşist Askeri darbesiyle yapılan ilk işlerden biri, tüm işçi sendikalarının kapatılması ve DİSK’in tüm mal varlığına el konulması olmuştur. Bu el koyma, sonraki on yılları etkilemiş ve sendikal alanda, “Nasıl olsa devlet el koyup iç ediyor. Onlar iç edeceğine biz harcayalım!” gibi bir zihniyet çürümesine neden olmuştur. Bu gün ülkemizdeki sendikaların durumu yürekler acısıdır.

Günümüz sendikal hareketleri çeşitli iç ve dış baskılarla karşı karşıya. Sizce, işçi sınıfının somut çıkarlarını gerçekten savunan ve dönüştürücü bir rol üstlenen ‘iyi bir sendika’nın temel kurumsal ve ideolojik özellikleri nelerdir? Bu özellikler günümüz Türkiye sendikacılık pratiğinde ne ölçüde karşılanmaktadır?

İşçi sınıfı sendikalarının temel özelliği, yüzlerce yıl önce ortaya konmuş olan “Sınıf Sendikacılığı” çizgisidir. Sınıf sendikacılığını burada uzun uzun anlatmak böyle bir röportajın kapsamına sığmayacaktır. Güncel sendikal tabloya yol açan ana etken, devletin sendikal alana müdahale ederek, devlet eliyle sendikalar kurdurması ve kurulu bulunan bazı sendikalara açık destek vermesiyle işçi emekçi kitleleri bölüp  parçalaması, çeşitli mafya uygulamalarıyla sendikacılığı namusluca yapılamaz hale getirmesi neden olmuştur. Günümüzde patronla görüşerek muhalif işçileri işten attıran; kişilikli ve dik duran işçileri dövdüren; işini yüksek yargıda görerek rakiplerini mahkemeler aracılığıyla ekarte eden sendikacılık, alanda yaygın  ve hâkim olan sendikacılık olmuştur.

Ali İhsan Bey, farz edelim bir kitap imza günündesiniz. Bir okurunuz söz alıp ayağa kalkarak şunları söyledi: “Eserde, işçilerin örgütlenme gücünü vurguluyorsunuz. Örgütlenince büyük kazanımlar elde edeceğini bilince çıkarıyorsunuz. Peki, bugün işçilerin hâlâ bu örgütlülüğü sağlayamamasını neyle açıklıyorsunuz?” Bu okurunuza yanıtınız ne olurdu?

Günümüzün en temel sorunu, işçi ve emekçilerin kendi sınıf çıkarlarının nerede olduğunu görememesidir. Bu gün toplumda sınıfların var olduğunu ve bu sınıfların çıkarlarının farklı olduğunu her aklı başında insan kabul edecektir. Günümüz toplumu, ara sınıf ve tabakaları bir yana koyarsak başlıca iki ana sınıftan oluşmaktadır. Bu sınıflar EMEK ve SERMAYE sınıfı olarak adlandırılmıştır. Bu iki sınıfın çıkarları birbirinin yüz seksen derece zıddıdır! İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemde yaşanan hızlı tekelleşmeye bağlı olarak her geçen gün sermaye tekelleşerek az sayıdaki kapitalistin elinde toplanmakta ve sermaye sınıfı daralıp, bir avuç insan olarak kalmaktadır. Karşılarındaki emek güçleri ise çığ gibi büyümekte ve milyonları, hatta milyarları oluşturmaktadırlar. Bu gidişin sonu nereye varacaktır? Eğer işçi ve emekçiler kendi sınıf çıkarlarına uygun davranmayı öğrenirlerse bugünkü dünya düzeni anında alt üst olacaktır. Bu durumun farkında olan sermaye sınıfı, işçi ve emekçilerin eğitimsiz, bilinçsiz ve örgütsüz kalması için büyük çaba sarf etmektedir. Emekçileri bölmek için Din, Irk, Milliyetçilik, Bölgecilik, Batıl İnançlar, Ahlakçılık,  gibi hemen her yol ve yöntemi kullanmaktadırlar. İşte bu tür kitapların yazılması da sınıfı uyararak bu ahlaksız bölüp parçalama girişimine karşı mücadele  etmek içindir.

Zengin bir edebiyatımız olduğuna kuşku yok. Edebiyatımızın/Edebiyatçılarımızın Türkiye işçi sınıfının direnişlerini, tarihini, varlığını eserlerinde yeterince ele aldıklarını düşünüyor musunuz yoksa bu ihmal edilmiş bir alan mı?

Edebiyatımızda işçi sınıfının yeterince yer bulup bulmadığı konusu, edebiyatçılarımız içinde Marksizm’in ne kadar kavranmış olduğunun bilinmesiyle yanıtlanabilecek bir sorudur. Eserlerde sıkça işçi sınıfından sözcük olarak söz etmek elbette yeterli olamaz. Sınıfın çıkarlarının özü kavranarak esere yedirilip yedirilmemesiyle ölçmek gerekmektedir.

Altı yıl astsubay olarak görev yaptınız, ardından siyasi düşünceleriniz nedeniyle tutuklandınız. İki buçuk yıl hapis yattıktan sonra devrimci mücadeleye aktif olarak katıldınız ve 12 Eylül darbesi sonrası tekrar tutuklanarak sekiz yıl hapis cezası aldınız. Bugünden geriye baktığınızda, tüm bu zorlu süreçler içinde “keşke” dediğiniz, farklı yapsaydım dediğiniz şeyler var mı?

Yaşamımda en nefret ettiğim sözcük, “Keşke” sözcüğüdür. Ağzından çıkanı kulağı duyan, attığı her adımı bilinçle atan bir insanın “keşke” demesi kadar saçma bir şey olamaz. Başlangıçta, “Marksizm’le tanışmadan önceki dönemimi kayıp süre” olarak nitelemiştim. Marksizm’le tanıştıktan sonra attığım her adımı bilerek, isteyerek ve inanarak attığım kanısındayım.

Önümüzdeki süreçte farklı eserler yazma gibi bir planınız var mı? Varsa konusu yine işçi sınıfı mı olacak?

Yeni kitap çalışmamın başlığı, “Dünyada Emperyalist Talan Ve İşçi Sınıfının Tarihi Sorumluluğu” başlığını taşıyor. Günümüzde yeni pazar alanlarına ihtiyaç duyan emperyalistler arası gerilim artmakta yeni bir dünya savaşına doğru yol almaktadırlar. Bu gidişat karşısında durabilecek başlıca güç, tüm dünyada üretimin kalbinde bulunan işçi sınıfıdır. Bu tespit bir tercih değil. Bilimsel bir zorunluluktur. Eserimde bu konuyu anlatmaya çalışacağım.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*