
Söyleşi Aslı Kemal Gürbey
Eğitimci, sivil toplum öncüsü, politikacı ve yazar Bekir Cebeci, uzun yıllara dayanan bilgi birikimi ve toplumsal deneyimini Sevgi Ozanı Yunus Emre kitabında okurlarla buluşturuyor. Kitap Kalan Yayınları’ndan yeni çıktı. UNESCO’nun da vurguladığı gibi, Yunus Emre yalnızca Türk kültürünün değil, dünya insanlığının da ortak değeridir. Cebeci, bu eserinde Yunus’un sevgi, hoşgörü ve insanlık mesajlarını günümüze taşıyarak hem topluma hem de yeni nesillere ışık tutmayı amaçlıyor. Eseri hakkında Cebeci ile bir söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize.
Soru: Merhaba Bekir Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Evvelce pek çok kitabınız yayımlanmış fakat ben son kitabınız vesilesiyle sizi tanımış oldum. İyi ki de tanımışım. Benim durumumda olanlar için kendinizi tanıtır mısınız?
Bu güzel ve anlamlı sözleriniz için öncelikle size candan teşekkür ederim. 1947 yılında Gümüşhane’nin Kelkit ilçesine bağlı Ünlüpınar beldesinde doğdum. İlkokulu beldemde, ortaokulu Kelkit’te, öğretmen okulunu ise Gümüşhane’de tamamlayarak öğretmenlik mesleğine adım attım. Türkiye’de 6 yılı köylerde, 8 yılı Trabzon merkezde olmak üzere toplam 14 yıl öğretmenlik yaptım. 1980 yaz tatilinde pasaport çıkararak Hollanda’ya, kız kardeşimin yanına gittim ve orada kaldım. Öncelikle dil kursuna devam ederek Hollandaca öğrendim. Daha sonra Türkçe öğretmeni olarak göreve başladım. Hollanda’da 27 yıl boyunca ilkokullarda, ortaokullarda ve Hugo de Groot Lisesi’nde Türk öğrencilerimize Türkçe Anadili ve Kültürü dersleri verdim. Ayrıca 8 yıl süreyle Türkçe Halk Eğitim Koordinatörlüğü (Başkanlığı) görevini yürüttüm.
Hollanda’da üç ayrı akademiyi tamamladım:
- PABO
- Nutsakademi
- Remedial Teaching (Uzman Öğretmenlik)
Özellikle PABO’da okurken Hollanda’da okuma yazma öğretiminin yapısal yönteme göre yapıldığını öğrendim. Bu yöntemden esinlenerek hemen işe koyuldum ve üç kitaptan oluşan “BENİM DİLİM” okuma-yazma öğretim setini hazırladım. 1984 yılında çalışmam Almanya’daki bir Türk yayınevinin ilgisini çekti ve kitaplarımı basarak piyasaya sundu. Kitaplar büyük ilgi gördü. Bunun güzel bir örneğini hiç unutmam: 1990’lı yıllarda ünlü yazarımız Fakir Baykurt, bir konferans için Hollanda’ya gelmişti. Kendisini ayaküstü selamlayıp tanıştığımızda adımı duyar duymaz: – Siz o Benim Dilim kitaplarını yazan Bekir Cebeci misiniz? diye sordu. “Evet, Sayın Hocam.” dedim. Bunun üzerine hemen bana sarıldı, tebrik etti ve şöyle dedi: – Ben o kitapları birinci sınıflarda okutuyorum. Çocuklar hem alıştırmaları hem de okuma metinlerini çok seviyorlar. Özellikle kitaptaki “Kedi” şiirini öyle çok beğeniyorlar ki her dersin başında benden o şiiri okumamı istiyorlar. Ben de okuyorum; onlar da katıla katıla gülüyorlar. Tebrikler, Bekir Bey. Kısacası, Almanya’daki Anadolu Yayınevi tarafından 7 kitabım yayımlandı. Bunların arasında“BENİM KÜLTÜRÜM” kitabını, her evde bulunması gereken önemli bir tarih ve kültür kitabı olarak özellikle tavsiye ediyorum. Başta gençlerimiz olmak üzere herkesin bu kitabı okuyup köklerimizi, tarihimiz ve kültürümüzü öğrenmesinin ve hatırlamasının büyük yarar sağlayacağına inanıyorum.
Diğer kitaplarınızı okumadım, dolayısıyla onlar hakkında fikrim yok. Sevgi Ozanı Yunus Emre kitabınızı beğenerek okudum. Sade ve anlaşılır bir yazı diliniz var. Olgunlaşmış, sağlam cümle yapıları kurmaktan da keyif aldığınız fark ediliyor. Şu sorunun yanıtını merak ediyorum: Yazmaya nerede, ne zaman, nasıl başladınız?
Yazmaya daha öğretmen okulu sıralarındayken başladım. Bir gün hocamız derste bizden bir hikâye yazmamızı istedi. Ben de o dönemde annemle aramızda geçen bir olayı “Deli Oğlan” başlığıyla hikâyeleştirdim. Hocamız, hikâyemi çok beğendi ve okulun duvar gazetesinde yayımlattı. Bu durum beni son derece mutlu etti ve motive etti. O gün kendi kendime karar verdim: Bundan sonra yazmaya devam edeceğim. Öğretmen olarak ilk tayinim, Kütahya’nın Gediz ilçesine bağlı Kızılüzüm Köyü’ne çıktı. Köye, Kütahya Valiliği’nin çıkardığı bir gazete gelirdi. Ben de daktilomla yazılar yazıp valiliğe gönderirdim. Gönderdiğim bütün yazılar, vilayet gazetesinde yayımlandı. Kısacası hem okumayı hem de yazmayı çok seviyorum. Yıllardır İngiltere, Hollanda ve Türkiye’deki çeşitli internet sitelerinde ve gazetelerde makalelerim yayımlanıyor. Bir gün bu yazılarımı da kitap hâline getirmeyi planlıyorum.
Bir hayli zamandır yazıyorsunuz. Aydınlanmaya hizmet eden pek çok kitabınız da yayımlanmış. Sizi yazmaya bağlayan bir tutku olduğu çok belli. Şunu sormak istiyorum: Yazmak sizin için ne anlama geliyor?
Yazmak benim için hayatta var olmak, yaşamak ve topluma hizmet etmek anlamına geliyor. Bir öğretmen olarak yıllarca öğrencilerime büyük bir sevgiyle ders verdim. Benim için “öğretmenin emeklisi olmaz”; bugün derslerimi yazılarım aracılığıyla sürdürmeye devam ediyorum. Yazmak, beni bütün streslerden uzaklaştırıyor, adeta gökyüzüne yükseltiyor ve bana büyük bir mutluluk veriyor. Yazılarımı ve kitaplarımı mümkün olduğunca Avrupa’dan, özellikle Hollanda’dan bakış açısıyla kaleme almaya çalışıyorum. Çünkü orada sistem rayına oturmuştur; demokrasi algısı ve uygulaması bizden oldukça farklıdır. Bu konuda küçük bir örnek vermek isterim: Türkiye’de gerek siyasi partiler gerekse birçok yazar, milliyetçilik kavramını gururla öne çıkaran yazılar yazar ve demeçler verir. Oysa Avrupa’nın hiçbir ülkesinde, ne basında ne de günlük dilde, milliyetçilik kelimesini duyamazsınız. Çünkü milliyetçilik, 1789 Fransız Devrimi’nden doğmuş politik bir ideolojidir. Çoğu Avrupa dilinde bu kavramın karşılığı “nasyonalizm”dir ve özellikle Anglosakson kültüründe olumsuz bir anlam taşır. Milliyetçilik doğduğu dönemde devrimci ve ulusal bir kavramdı; ulus devletlerin kurulmasına da hizmet etti. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Hitler de milliyetçiydi ve bu ideoloji sonucunda 50 milyon insanın hayatı kaybedildi. Bu nedenle, 1945 yılından bu yana, yani yaklaşık 80 yıldır, bu kelime Avrupa’da deyim yerindeyse tehlikeli görülmekte ve kullanılmaktan kaçınılmaktadır. Fransa’nın sosyalist devlet başkanı François Mitterrand, 17 Ocak 1995’te Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada milliyetçiliği şu sözlerle tanımlamıştır:
“Le nationalisme, c’est la guerre!”
(Milliyetçilik savaştır, savaşa yol açar.)
Avrupa’da milliyetçilik yerine patriotizm, yani vatanseverlik, yurtseverlik kavramları kullanılmaktadır. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere iki yazımı tavsiye ederim. İnternette arama motoruna adımın yanına “Avrupa’da Milliyetçilik” ve “Milliyetçilik Nedir, Ne Değildir” yazıldığında bu yazılarıma ulaşılabilir.
Her kitap bir motivasyondan doğar, diye bir söz var. “Sevgi Ozanı Yunus Emre” kitabını kaleme almanızın temel motivasyonu neydi?
Yunus Emre, sevginin ozanıdır. Bizim toplum olarak dün de bugün de yarın da en çok ihtiyaç duyduğumuz değer sevgidir. Çünkü insan ilişkilerinin temeli, çimentosu sevgidir. UNESCO, 1991 yılını Yunus Emre ve Sevgi Yılı ilan etti. Biz de Hollanda’nın Rotterdam kentinde Hollandalılara Yunus Emre’yi anlattık. Herkes ama herkes kulaklarına inanamadı: “Yedi yüz yıl önce yaşamış bir şair nasıl olur da böylesine güzel ve anlamlı şiirler söyleyebilir?” diye şaşkınlıklarını dile getirdiler. Ben de o dönemde Hollanda’daki okul sınıfımın duvarlarına Yunus Emre’nin Hollandaca’ya çevrilmiş şiirlerini astım. Gelen Hollandalı öğretmenler bu şiirleri okuduklarında hayretler içinde kalıyorlardı. Çünkü sevgi, çağlar üstü bir kavramdır. İnsan ilişkilerinde bundan daha güzel ve daha anlamlı bir sözcük var mıdır?
Yunus Emre bu konuda şöyle der:
“Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz.”
Sevgiyi bundan daha güzel ve anlamlı kim anlatabilir ki?
Hollanda’da Türkçe Halk Eğitimi Başkanı olduğum dönemde, on adet kolay okuma kitabı yazdım. Bunlardan biri de Yunus Emre üzerineydi. Bu kitaplar kısa sürede tükendi. Yunus Emre kitabını okuyan Hollandalı dostlarım bana gelip şöyle dediler: “Yunus Emre’yi okuyarak hem insan sevgimizi artırdık hem de Türkçe öğreniyoruz.” Bu söz bile yaptığımız çalışmanın değerini fazlasıyla ortaya koyuyordu. Hollandalılar, Türk kültürüne ve hatta dinimize karşı da öğrenmeye açık insanlardır. Ne var ki biz Türk kuruluşları olarak Avrupa’da kendimizi ve kültürümüzü tanıtma konusunda üzerimize düşen görevi ne yazık ki hakkıyla yerine getirdiğimizi söyleyemem.
Buna başka bir örnek de vermek isterim. 2010 yılında, Türkçe ve Hollandaca olmak üzere iki dilde “Terbiye ve Tahsil” adlı kitabımı yazdım. Bu kitabı çeşitli toplantılarda halkımıza hediye ettik. Ayrıca dönemin Hollanda Eğitim Bakanı’na da takdim ettim. Bakan kitabı büyük bir memnuniyetle aldı ve bana şöyle dedi: “Sayın Cebeci, terbiye ve tahsil benim de en önemli konularım. Bu kitabı severek okuyacağım. Çok teşekkür ederim.” Bakan, bu görüşmemizden bir ay sonra Hollanda Millet Meclisi Başkanlığı’na yazdığı bir mektupta şu ifadeye yer verdi: “Devlet olarak anne ve babaların çocuklarının eğitim ve öğretimine destek olmalıyız.” Bunu şunun için anlatıyorum: Hollandalılar, bakan da olsalar, alçakgönüllüdürler ve öğrenmeye son derece açıktırlar.
132 sayfa olan kitabınızda Yunus Emre’yi “gerçek sevginin ozanı” olarak tanımlıyorsunuz. Sizce Yunus’un sevgisi günümüz insanına ne öğretiyor?
Yunus Emre, hem günümüz hem de gelecek kuşaklara dünyanın geçici bir mekân olduğunu anlatıyor. Öyleyse, birbirimizi kırmak, üzmek yerine “Sevelim, sevilelim” diyor. Yunus Emre, Tabduk Emre Dergâhı’nda -o dönemin bir bakıma üniversitesinde- yetişti. Bu dergâhta tam 40 yıl boyunca dinî ilimleri ve Kur’ân’ı öğrendi.
Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Dilleriyle insanları kıranlar, ibadetleriyle bunu temizleyemezler.” Yunus Emre, bu hadis-i şeriften ilham alarak, arı ve sade Türkçesiyle bizlere şöyle sesleniyor:
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Sevgili Yunus’un dediği gibi, gönül yıkmayacağız; gönüller yapacağız, gönüller kazanacağız.
Yunus Emre, bir başka şiirinde ise şöyle der:
Maharet, güzeli görebilmektir;
Sevmenin sırrına erebilmektir.
Cihan, âlem, herkes şunu bilsin ki,
En büyük ibadet, sevebilmektir.
Bu sözler bize gösteriyor ki, sevgi hem iman hem de ibadettir.
Çünkü sevgi olmadan iman olmaz.
Nitekim bir başka hadis-i şerifte şöyle buyruluyor:
“Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz;
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.”
Öyleyse, sevgi imandır, İslâm’dır, cennettir.
Cennetin anahtarı sevgidir.
İnsanları sevmeyen kimse cennete giremez; çünkü sevgi olmadan iman da olmaz.
Her çağda geçerliliğini koruyan bu temel hakikatleri, sevgili Yunus bizlerle arı Türkçesiyle paylaşmıştır.
1991 yılı UNESCO, Yunus Emre yılı ilan edilmişti. 2021 yılında da anma yılı olanlardan biriydi. UNESCO’nun Yunus Emre’yi ön plana çıkarması sizce nasıl yorumlanmalı?
Öncelikle “UNESCO nedir?” sorusunu cevaplayalım. UNESCO, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatıdır. UNESCO’nun amacı; dünya barışına katkıda bulunmak için ülkelerin eğitim, bilim, kültür, iletişim ve bilgi alanlarındaki önemli değerlerini uluslararası düzeye taşımak ve bu değerleri bütün dünyaya tanıtmak, yaymaktır. Ayrıca UNESCO, insanlığın ortak mirası sayılan kültürel değerlerin kaybolmasını önlemek için de çalışmalar yürütür. UNESCO, 1945 yılında kurulmuştur. Örneğin, 1981 yılını Atatürk Yılı, 2007 yılını ise Mevlânâ ve Hoşgörü Yılı ilan etmiştir. Gelelim Yunus Emre’ye…
Yunus Emre, dünya çapında “sevginin ozanı” olarak bilinir. Böylesine önemli bir değeri UNESCO, 20 yıl arayla iki kez “Yılın Ozanı ve Sevgi Yılı” ilan etmiştir. Bugün Yunus Emre’yi bütün dünya tanımaktadır. Ancak gönlümüz ister ki, Yunus Emre’nin hayatı ve şiirleri bütün dünya dillerine çevrilsin ve Büyükelçiliklerimiz, Konsolosluklarımız aracılığıyla tüm dünyaya tanıtılsın. Üstelik yalnızca Yunus Emre değil; Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevî, Nasreddin Hoca gibi büyük değerlerimizi de aynı şekilde dünyaya tanıtmalıyız. Özellikle Avrupa’dan başlamalıyız; çünkü bugün Avrupa ülkelerinde yaklaşık 5 milyon T.C. vatandaşı yaşamaktadır. Bu çalışmalar sayesinde Avrupa halkı Türkler hakkında daha samimi ve sevecen bir bakış açısına sahip olacak, ayrımcılığın ve dışlamanın yerini karşılıklı anlayış ve kucaklaşma alacaktır. Bu durum, hem ülkemiz hem de insanlık için hayati öneme sahiptir.
Sizce Türk toplumu olarak Yunus Emre’yi gerçekten anladık mı, yoksa onu sadece törenlerde, anma günlerinde hatırlayıp, anlamış gibi mi davranıyoruz.
UNESCO, 1991 ve 2002 yıllarını “Yunus Emre ve Sevgi Yılı” ilan etti.
Peki biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak bu konuda ne yaptık, ne yapıyoruz?
Yapılması gereken çok nettir: Yunus Emre’yi yazılı, sözlü ve görsel çalışmalarla bütün dünyaya anlatmalı ve tanıtmalıyız. Hatta önce şu soruyu kendimize sormalıyız:
Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türk çocukları ve gençleri, Yunus Emre’yi ne kadar tanıyorlar? Kültürel konularda bizler, gerek sivil toplum kuruluşları olarak gerekse devlet olarak, ne kadar duyarlıyız? Ben Yunus Emre’yi öğretmen olduktan sonra okuyup öğrendim.
Oysa isterdim ki, okullarda Yunus Emre üzerine dersler verilmiş olsun. Bugün bile okullarımızda Yunus Emre gerektiği kadar öğretilmiyor. Benim sık sık söylediğim çok önemli bir sözüm vardır: “Nasıl ki köklerinden koparılan bir ağaç önce solar, sonra kurur ve ayakta ölür; hiçbir meyve veremezse, insan da aynen böyledir. İnsan, kültürel köklerinden koparılırsa yaşayan bir ölüdür; hiçbir ürün veremez.” Bizim kültürel köklerimiz öncelikle anadilimiz, dinimiz, tarihimiz ve kültürümüzdür. Bu değerleri çocuklarımıza mutlaka okullarda öğretmeliyiz. İşte bu düşünceyle ben, 1990 yılında Hollanda’da, Avrupalı Türk çocuklarının ve ailelerinin kendi kültürel köklerini tanıyabilmeleri için “Benim Kültürüm” adlı kitabımı yazdım. Bu kitabımda başta Yunus Emre olmak üzere pek çok değerimiz yer alıyor. İşin dikkat çekici yanı ise şudur: Ben bu kitabı yazarken beni Hollanda devleti, Hollanda Eğitim Bakanlığı destekledi. Çünkü o dönemde Türkçe Halk Eğitimi Başkanı olarak görev yapıyordum ve bakanlık, bu tür kitapları hazırlamam için beni görevlendirdi. Bu nedenle inanıyorum ki, böylesine önemli konular devlet politikası haline gelmelidir. Ulusal değerlerimizi evrensel düzeye çıkararak bütün insanlığa örnek sunmalıyız.
Ama önce, bu değerlerimizi kendi vatandaşlarımıza, özellikle de çocuklarımıza öğretmeliyiz.
Uzun yıllar öğretmenlik ve sivil toplum çalışmalarınız oldu. Hollanda’da politika yaptınız ve Türk toplumuna yönelik eğitim kitapları ve rehberler hazırladınız. Yunus Emre’nin düşüncelerini topluma egemen kılabilirsek harika olurdu. Bu mümkün mü yoksa gerçekleşme ihtimali düşük bir hayal mi emin değilim? Neler söylemek istersiniz?
Her şey mümkündür. Yapılması gerekenleri yukarıda anlattım. Bu meseleleri bir devlet politikası olarak ele almak zorundayız. Çünkü bu kültürel değerler, 86 milyon insanımızı bir arada tutan ortak değerlerimizdir. Bu değerleri çocuklara ve yetişkinlere öğretmek, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne yapılacak en büyük hizmetlerden biridir. Zira bu değerler, bizleri birbirimize bağlayan, kenetleyen temel unsurlardır. Düşünün ki, hangi Türk vatandaşı Yunus Emre için olumsuz bir söz söyleyebilir? İşte bu yüzden Yunus Emre gibi değerlerimiz toplumsal birlik ve beraberliğimizin de en güçlü harcıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde bu konularda yeterli kaynak yoksa, Hollanda Milli Eğitim Bakanlığı’nın destekleriyle hazırladığım “Benim Kültürüm” kitabını Almanya’daki Anadolu Yayınevi’nden temin edip inceleyebilirler. Bu kitap, okullarda ders kitabı olarak da kullanılabilir. Böylece Hollanda devleti de Türk devletine önemli bir katkı sağlamış olur.
Bu, kültürel iş birliği açısından da son derece güzel ve anlamlı bir adım olur. Ben Hollanda’da bugüne kadar toplam 26 kitap yazdım ve yayımladım. Bu çalışmalarım dolayısıyla Hollanda devleti, Türk toplumuna yaptığım hizmetlerden ötürü bana, devletin en yüksek onur ödüllerinden biri olan “Şövalye Nişanı”nı takdim etti. Bundan büyük bir gurur ve mutluluk duydum. Ayrıca, Hollanda Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde (işçi değil, sosyal demokrat parti) Güney Hollanda Eyalet Milletvekilliği görevinde de bulundum.
Bazılarına göre diğer milletler Yunus Emre’yi bizden daha iyi tanıyor, sahipleniyor ve anlıyorlar. Sizce biz kendi değerlerimizi yeterince koruyup tanıtamıyor muyuz, yoksa Yunus gerçekten bizden çok dünyaya mı mal oldu?
Yunus Emre’yi elbette bizden çok daha iyi tanıyan yabancılar vardır. Çünkü onlar böylesi değerlere çok büyük önem verip onları araştırıp, bulur, öğrenirler. Fakat diğer milletler bizden daha iyi Yunus Emre’yi tanıyor diyemeyiz. Biz de toplum olarak bu konularda üstümüze düşeni tam olarak yapamıyoruz, diyebiliriz. Yarın çok geç olmadan ne olur, bir an önce bu topluma, gençlerimize ve çocuklarımıza milli, manevi ve ortak değerlerimizi ayrımsız doğru bir şekilde öğretelim. Çünkü ancak bizleri bu değerler dimdik ayakta tutar, birlik ve dayanışmamızı bu değerler güçlendirir. Öyleyse yarın çok geç olmadan hemen şimdi işe başlamalıyız. Ve bu milli, manevi ve ortak değerlerimizi herkese öğretmeliyiz. Bir halk eğitimi seferberliği de başlatılabiliriz. Kaldı ki bu tür program ve projeler tamamen siyaset üstüdür.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Okurunuz bol olsun.
Bana bu olanağı sunduğunuz için asıl ben size çok teşekkür ederim. En derin saygı ve sevgilerimle.
Leave a Reply