Cemaleddin Güzelbaba: “Yazmak için hayal gücü yani ütopya çok önemli.”

SÖYLEŞİ: Aslı Kemal GÜRBEY

Cemaleddin Güzelbaba’nın “Zerya” isimli kitabı bu hafta Kalan Yayınları’ndan çıktı. Cemaleddin Güzelbaba ile kitap hakkında söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize…

Merhaba Cemaleddin Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Cemaleddin Güzelbaba kimdir?

1969 Erzurum Hınıs doğumluyum. 6 yaşında başladığım okul hayatımı elli yıldır kesintisiz sürdürmekteyim. Makine, işletme, kamu yönetimi, Turizm ve konaklama, Sosyoloji, Adalet, Gayrimenkul Değerleme vb. bölümlerde okudum halen İzzet Baysal Üniversitesi İletişim Fak. Gazetecilik son sınıfta örgün öğretim olarak okumaktayım. Yazın hayatına Ortaokul yıllarında Haftalık yayın yapan yerel Hınıs Sesi ve Hınıs Belde Gazetelerinde şiirler yazarak başladım. Söke, İzmir, Eskişehir gibi il ve ilçelerde yayınlanan yerel ve bölgesel gazetelerde kültürel alanlarda köşe yazarlığı yaptım. 2002 yılında öykü ve anılardan oluşan “Sandıktaki Cin”, 2013 yılında ikinci kitabım “Hınıs’ın Eğmeleri” (Folklorel Araştırma) yayınlandı. Aydın merkezli “Sahne” isimli iki ayda bir yayınlanan Tiyatro, Edebiyat ve Sanat Dergisini bir grup arkadaşla birlikte çıkartarak yazı işleri sorumluluğu görevini üstlendim. 2002 yılında Söke Amatör Tiyatro Derneği’ni bir grup arkadaşla birlikte kurduk. Söke ve Eskişehir’de amatör tiyatro çalışmalarında bulunarak çeşitli kademelerde oyunculuk ve yönetmenlik yaptım. Özel ve Odunpazarı Belediyesi Gönüllü Halk Grupları içinde her yıl bir oyun sahnelemeye çalışarak, bazı il ve ilçelerde sahneledik. Henüz yayınlanmamış ülkenin ilk kadın meddah oyunu “Fuzuli” ile “ Hazal” ve “Ankara’nın Meleği” adlı üç tiyatro oyunum ile mesleğimle ilgili “Hacizci” adlı bitmiş durumda anı türünden kitap dosyam bulunmaktadır. Halen İstanbul/Küçükçekmece’de bir kamu kuruluşunda yönetici pozisyonunda görev yapmaktayım

Sayın Cemaleddin Güzelbaba, kitabınızı beğenerek okudum. Bu güzel eseri uzak bir yoldan getirdiğiniz anlaşılıyor. “Zerya” romanını yazma fikri ve yazma süreci ile ilgi neler söylemek istersiniz?

Çok doğru ve yerinde bir tespit. “Zerya” gerçekten çok uzun bir yolculuktan geldi. 1980’li yılların sonunda Kazancı adlı bir köyde öğretmenlik yapıyordum. Köy en yakın ilçeye 40 km. uzaktaydı ve yolu yoktu. Bu köyden yaklaşık bir saat yürünerek çıkılan bir tepenin üstünde kale kalıntısı vardı. Muhtarla birlikte Ankara’ya dilekçeler gönderdik. İki arkeolog görevlendirdiler. Birlikte gezdik. O yıllarda Van Kalesi’yle eşdeğer özelliklerde olduğu söylenmişti. Ancak ben köyden ayrıldıktan sonra ilgilenen olmadı daha sonraki yıllarda defineciler tarafından harabeye döndürüldüğünü gördüm. Bu keşif beni araştırmaya yöneltti. Buranın geçmişini araştırdıkça tarihi Karduklular’ın baş şehri veya önemli yerlerinden biri olabileceğine kanat getirdim. Daha sonraki yıllarda okuduğum Heredot, Seyce, Ksenophon, Strabon gibi yazarların kayıtlarından bölgeden bahsedildiğini görünce ilgim arttı. Kendimi bildim bileli tarihe merakım vardır. Ülkemizdeki tarihi yapıların tamamına yakınını gezdim diyebilirim. Özellikle Ege bölgesindeki İyon bölgesi dediğimiz antik tiyatroların her birinde birkaç gün kalmışlığım olmuştur. Antik bir kolezyum veya kalıntıyı gezmeden önce onunla ilgili çıkan eserleri, yazıları ayrıntılı olarak okuduktan sonra ziyaret ederim. Örneğin Söke’de bulunan Prien antik kentini gezerken sabah girdiğim kentte akşam olduğunda ancak birkaç kalıntıyı gezmiş olurum. Gezerken gözlerim açık olsa da geçmişte yaşayanlarla birlikte yürüdüğümü hissederim. Hayal gücümün çok geniş olduğuna inanırım. Gerçek hayatta ayaklarımın yere sağlam basması kadar, konu tarih olduğunda en ücra ütopyada yaşadığımı söylesem abartmış olmam. Bununla ilgili birçok anım da olmuştur. Neticede yaklaşık on yıllık toplanan belgeler ve edinilen bilgiler neticesinde “Zerya” ortaya çıkmış oldu.

Bana göre tarihi roman yazmak asla göründüğü kadar kolay bir iş değil. Hatta düpedüz yokuş tırmanmak gibi. Sizin bu çetin yola niçin girdiğinizi merak ediyorum. Tarihi roman türüne yönelmenizin özel bir sebebi var mı?

Sevmek ve ilgi duymakla alakalı. Bir işi severek yaptığınızda ne kadar zor olsa da sizi çok fazla etkilemeyebiliyor. Evet! Tarihi roman yazmak düz yazı ve güncel roman yazmaktan biraz daha farklı. Sonuçta yer adlarına, kişi isimlerine bağlı kalmak önemli. O günkü şartları iyi tahlil etmek ve derinlemesine analiz etmek gerektiğinden çok zor ve uzun bir süreç. “Zerya” yaklaşık on yılımı aldı. Yazmaya on yıl kadar önce başladığımı söyleyebilirim. Romanın yazım aşamasında takıldığım yerler olduğunda veya bölge ile ilgili bir şeyler bulmam gerektiğinde üç-dört kitabı okumak zorunda kaldığım oldu. Ara sıra nadasa bıraktığım da olmuştur. Kitaba ara verdiğim dönemlerde üç dört ayrı kitap dosyası hazırladığımı fark ettim. Aslında yazılarımı hızlı ve üzerinden birkaç kez geçmeden yazarım. Sonuçta ilk aklınıza gelen genelde en iyi fikir oluyor. Tarihi romanı diğerlerinden ayıran tarafı, araştırmaya dayanması ve zaman almasıdır. Hatayı kabul etmiyor. Tarihi haritaları çok sever ve incelerim. Doğrusu bu roman için de on beş kadar harita hazırlamıştım. Romanın belirli kısımlarında veya arka kısmına koymak istiyordum ancak olmadı. Özel sebebe gelince; gençliğimin geçtiği yörenin tarihi çok zengin ve bakir kalmış. Doğduğum topraklara karşı sorumluluk duymam, Anadolu ve Mezopotamya tarihini irdeleyen roman türünden kitap bulunmaması ilham oluşturdu. Ayrıca Herodot’un ve Ksenephon’un kitaplarındaki yöreyi anlatış tarzlarının beni bu yöne ittiğini söyleyebilirim.

Zerya karakteri oldukça güçlü ve bağımsız bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Onu yaratırken ilham aldığınız tarihi veya edebi figürler var mıydı?

Genel anlamda doğu kültüründe eskiden Zerya figürüne sıkça rastlarsınız. Özelde benden on yaş kadar büyük ablalarımın ve annemin tutucu çevre içerisindeki mücadelelerinin etkilediğini söyleyebilirim. Sonuçta bir yazıyı vücuda getiren yazar mutlaka hayatından kesitler sunmak zorundadır. Kış kültürünü yaşamayan, hiç kar görmemiş birine dağda mahsur kalan birini yazdırmanız eksik kalır. Bu yönüyle annemin yaşantısı başlı başına bir Zerya öyküsü. Daha onbeşinde kaçırmaya kalkmışlar. Sonra inadına severek evlenmiş, iki yıl sonra eşinin öküz arabasının altında kalarak ölümüyle kayınbiraderi (babam) ile evlendirilmiş. İkisinin de ayrı sevdiklerinin bulunması, kardeş eşini alan babamın beş yıl içinde verem olup ölmesi, annemin her ikisinin asker yolunu beklemesi, töreye karşı Amazon duruşu (Annemle ilgili kitabım bitme aşamasında)… Annem yaşantısıyla başlı başına bir figürdür benim için. Ayrıca Bin 900’lü yıllarda türkü ve destan okuyucusu olan ve dedem Mustafa Efendi’nin özel ağıt yakanı olan (derler ki, ellerini Mustafa efendinin omuzlarına koyup iki gün boyunca durmadan türkü söylemiş.) “Meta Şare” nin hayatı ayrı bir yer almıştır.

Kardukya bölgesi ve buradaki halkın yaşantısı hakkında verdiğiniz detaylar oldukça dikkat çekici. Romanınızda Zerdüştlük ve Avesta gibi tarihsel ve dini unsurlar da önemli bir yer tutuyor. Bu konularda nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz?
Belirttiğim gibi tarihi özellikle haritalar ve arkeolojik kalıntılar üzerinde araştırmayı çok severim. Oldum olası halının altına süpürülmüş şeyleri temizlemeyi sevdiğimden olacak ki kitapta tortuları toplayarak kendimce o günün şartlarına bağlı kalarak tarihi yaşantıyı irdelemeye çalıştım. Kitabı yazarken duraksadığım bölümlerde eksik kaldığım bir iki konuyu doğru açıklayabilmek için Türkçesi olmayan bir iki kitabın çevirisini bile yaptırdım. Şanslıydım çünkü bin yıllar geçse de son yirmi, otuz yıl öncesine kadar salyangoz hızıyla ilerleyen yaşamın kırıntıları, bulunduğum bölgede halen yaşamaktaydı. Detayları biraz oradan, ancak çoğunluğunu roman konusunun geçtiği bölgeleri ve halkları tarafsız ve karşılıklı zıt kaynaklardan okuyarak aldım. Dinsel konulara gelince Avesta’yı okumuştum, ancak detaylı bilmiyordum. Kitap yazım aşamasında ben de olayların akışıyla hem öğrendim hem de evrimini görmüş oldum. Zerdüşt’ün hayatını okurken, Avesta ve Zend Avesta’yı araştırıp karşılaştırdım. Sonuçta o dönem inançlarından Mitraizmle çatışmasını, farklılıklarını, Roman kahramanlarının geçiş güzergâhındaki “Zeus”u, Kibele’yi bilmek zorunda kalıyorsunuz. Kısacası, yazarken öğrenmiş oluyorum.

Anadolu ve Mezopotamya tarihi, romanınızın temelini oluşturuyor. Sizce bu coğrafya ve tarihi, edebiyatta yeterince işleniyor mu?
Aslında tarihin belki en önemli kısmını oluşturan ve o döneme göre en gelişmiş medeniyetin yaşandığı Anadolu ve Mezopotamya tarihine yeterince yer verilmediğini ve hak ettiği yeri almadığını düşünüyorum. En büyük eksikliği yazılı edebiyat yerine sözlü edebiyatın yaşam sürmesi nedeniyle yeterince yer edinememesidir. Doğuya gidildikçe günümüzde dahi sözlü öykücülüğün, anlatıcılığın daha etkin olduğunu görebiliyorsunuz. Aslında Anadolu’nun doğusu ve Mezopotamya dediğimiz bölgede esaslı araştırma yapılması halinde gün yüzüne çıkartılıp öyküleştirilecek, romanlaştırılacak çok sayıda veri olduğunu görebilirsiniz. Hiç unutmam çocukluğumuzda Berber Eşref amca kış akşamlarında bize gelir, üst köşede oturur saatlerce usta bir meddah gibi öykülerini anlatırken arada söylediği ağıtlarla tüm hane halkını ağlatırdı. Kanımca son öykü anlatıcıları, son dengbejler yok olmadan bunların kayıt altına alınması elzemdir.

Kayıp orduyu, Van ve Erzurum bölgesinden geçerken Zerya ve Maritu’nun serüvenine dahil ediyorsunuz. Kurgusal karakterlerinizi, gerçek tarihî olaylarla başarılı şekilde iç içe geçiriyorsunuz. Bana göre bunlar tarihi roman sahasında önemli bir tecrübe ve birikim kazandığınızı gösteren iki belirteç. Tarihî roman yazmak isteyen genç yazarlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Tarihi roman yazmak araştırmacı gazeteciliğe benzer. Ben bu konuda Sosyoloji ve Gazetecilik okumam nedeniyle kendimi şanslı hissediyorum. Şuan okumakta olduğum okuldaki hocam Ekin Kadir Selçuk’un şu sözü benim için yol göstericidir. “ Araştırmacı gazeteciliği normalinden ayıran şey halının altına süpürülmüş haberleri ortaya çıkartmaktır. Haber değeri taşıyan ancak anlatılamayan zorlu süreç ve tehlike arz eden haberleri ortaya çıkartan zorlu bir süreçtir.” Gerçekten de gazetecilikte haber üstten anlatılırken araştırmacı gazeteci altta kalan tortuyu eşeler ondan yeni haber üretir. Onun için zorlu süreçtir. Basın çevresini araştırdığınızda araştırmacı gazeteci diyebileceğiniz insanlar bir elin parmaklarını geçmez. Bu yönüyle Tarihi Roman yazmak isteyen gençlere tavsiyem iyi bir araştırma yapmaları, işledikleri konu ve yöre, iş vs. her neyse bunlar hakkında çok detaylı bilgiye sahip olmaları ve bunu yaparken ufuklarını olabildiğince geniş tutmalılar. Düşünmekten, sorgulamaktan, araştırmaktan korkmasınlar. En önemlisi hayal gücü, yani ütopya çok önemli. Hayal etmek başarının yarısıdır, hayali olmayanın geleceği olmaz.

Bu kapsamlı tarihi romanı hazırlarken sizi en çok zorlayan şey neydi? Yayın sürecinde ne tür deneyimler yaşadınız?
Tarihi Romanı hazırlama aşamasında beni zorlayan en önemli şey yeterince kaynak olmaması ve özellikle kitabın tarihe tanıklık etmesini, kaynak gösterilecek kadar gerçeğe yakın olmasını istediğimden isimleri ve yerleri, olayları belirlememdeki zorluklar olmuştur. Bir de oldum olası internetteki verilere çok güvenemiyorum. Çok fazla bilgi kirliliği var. En ufak eksikliğe dahi Google’den baktığımda doğruluğundan şüpheye düştüğüm oluyor. Bu nedenle eski usul, direk kitaplardan, haritalardan faydalanarak hayal gücümle yoğurmaya çalıştım.

Romanınız Zerya’nın Maritu ile birlikte kardeşi Peldayı kurtarmasıyla sonlanıyor gibi görünse de bir serinin ilk kitabı olarak sonlanıyor. “Dönüş” adlı ikinci kitapta okuyucuları nasıl bir hikâye bekliyor?

Evet, yaklaşık bir yıllık bir serüvenin ardından o günkü şartlarda Nüfusu 40 bin olan Byzantion (İstanbul)’tan Karduk topraklarına dönmek için farklı bir yol olan Ege’nin iyon topraklarındaki gidiş yönünde tarihin ve farklı inanç ve yaşamların irdelendiği ilkinden tamamen farklı yapıda sürpriz bir maceranın bizleri beklediğini söyleyebiliriz.

Son sorum da şu olsun: Tarihî romanlar, geçmişi bugüne taşıyan köprüler gibidir. Sizce edebiyat, bir toplumun kendi geçmişini anlamasında ve kimliğini şekillendirmesinde nasıl bir rol oynar? ‘Zerya’ romanınızın bu bağlamda okuyucuya nasıl bir katkı sunmasını amaçladınız?
Klasik bir cevap olacak ancak, derler ya “Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez. “ İşin özü aslında burada. Şahsım olarak bunu bire bir yaşadım. Kültür ve edebiyat kül olarak yaşatıldığında değer kazanır ve toplumun gelişmesini sağlar, diye düşünüyorum. Günümüzden örnek vereyim: Çocukluk yıllarımda doğunun ücra köşesi dediğimiz ilçemde iki sinema bulunurken iki de haftalık gazete yayınlanırdı. Ayrıca yılda en az üç dört yerel tiyatro ve müsamere oyunları sergilenir birkaçta müzik konseri verilirdi. Aradan kırk yıl geçti. Bugün ilçemde yüksek binalar çoğaldı ancak bir sinema veya tiyatro salonu yok, gazete çıkmıyor.

Söyleşiyi sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Bana zaman ayırdığınız için de ayrıca teşekkür ederim.
Güzel sorulardı. Ben teşekkür ederim.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*