Fevzi Bozkurt: “ Yazmak, benim için sadece bir ifade biçimi değil; aynı zamanda bir içsel yolculuk, bir arınma süreci.”

Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey

Fevzi Bozkurt, Kalan Yayınları markasıyla yayımladığı ilk romanı “Yüzsüz” ile okuru insanın iç dünyasındaki en karanlık dehlizlere davet ediyor. Yağız Ali, babası Önder Fırat’ın polislik mesleğine girişinden terörle mücadelenin ön saflarındaki mücadelesine uzanan bir hayatı anlatıyor. Önder Fırat, dışarıda terörle mücadele eden bir polis, içeride ise kendi hayat kavgası ile savaşan bir insan… Hikâye, sadece bir görev insanının değil, aynı zamanda kendi cehennemine yürümeyi göze alan bir insanın hikâyesi. Kitabın başında yer alan “Cehennem, ateş değil; aklını susturmanın ve korkuya teslim olmanın adıdır” sözü, aslında romanın kalbini özetliyor. “Yüzsüz”, hem karanlığın hem de cesaretin iç içe geçtiği bir dünya kuruyor. Fevzi Bozkurt, “gerçekliğin sınırlarında gezinen bir düş ürünü” olarak tanımladığı bu eserinde, okura hem düşündüren hem de sarsan bir anlatı sunuyor. Biz de Fevzi Bozkurt’la bu derin, cesur ve sorgulayıcı hikâyenin arka planını konuştuk.


Merhaba Sayın Bozkurt. Eseriniz hayırlı olsun. Eserinizi beğenerek okudum. İlk olarak sizi tanımakla başlamak isterim.

Merhaba, nazik dilekleriniz ve ilginiz için yürekten teşekkür ederim. Yüzsüz gibi insanın iç dünyasına dair derin bir yolculuğu anlatan bir romanın okurda karşılık bulması, benim için tarifsiz bir mutluluk. Kendimi tanıtacak olursam: Ben Fevzi Bozkurt. 30 yılı aşkın süredir kamuda görev yaptım. Emekliliğe adım adım yaklaşırken, içimdeki öğrenme tutkusuna kulak verdim ve Hukuk Fakültesi’ni kazanarak hukuk eğitimine başladım. Şu an çiçeği burnunda bir hukukçuyum. Ancak edebiyatla tanışmam çok daha eskiye dayanıyor. Yazmak, düşünmek ve gözlemlemek, yıllardır hayatımın en temel uğraşları arasında yer aldı.

Yüzsüz, ilk romanım olsa da edebi yolculuğumun tek durağı değil. 2021 yılında Sahipsiz Sözler, 2023 yılında ise Aşkbaz adlı iki şiir kitabım okurla buluştu. Ancak Yüzsüz, benim için çok özel bir anlam taşıyor. 2018 yılında zihnimde filizlenen bu hikâye, 2025’e kadar süren uzun ve yoğun bir yaratım sürecinin sonunda ete kemiğe büründü. Roman boyunca insan ruhunun karanlık yönlerini, içsel çatışmalarını ve cesaretin sınırlarını sorguladım. Özellikle polis teşkilatında görev yapan isimsiz kahramanların yaşadığı görünmeyen kırılmaları, sessizce verdikleri kişisel mücadeleleri Önder FIRAT ile anlatmak istedim. Çünkü dışarıdan disiplinli ve güçlü görünen bu meslek dünyasının içinde, çoğu zaman derin acılar ve sessiz çığlıklar gizlidir. Yüzsüz, sadece bir görev insanının değil, aynı zamanda kendi cehennemine yürümeyi göze alan bir ruhun hikâyesi. Her karakterin ardında bir arayış, bir yara ve bir yüzleşme var. Bu romanla okuru hem bir insanın içsel yolculuğuna hem de toplumun görmezden geldiği gerçeklere doğru cesur bir yürüyüşe davet ediyorum.

471 sayfa olan “Yüzsüz” isimli eserinizi beğenerek okudum. Kaleminize sağlık. Eserde kullandığınız dile, kavram ve kurgulamaya bakılırsa edebiyat ile, okumak ile, yazmak ile içli dışlı biri olduğunuzu tahmin ediyorum fakat yine de bunu size sormak istiyorum. Ne zamandan beri yazıyorsunuz ve yazmak için bir eğitim aldınız mı?

Çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Edebiyatla içli dışlı olduğumu fark etmiş olmanız beni ayrıca mutlu etti. Yazmak, benim için sadece bir ifade biçimi değil; aynı zamanda bir içsel yolculuk, bir arınma süreci. Uzun yıllardır kendi çapımda yazıyorum. Günlük olarak, bazen ülke gündemine dair düşüncelerimi, bazen de ruh halime göre içsel gözlemlerimi kaleme alırım. Yazmak benim için bir alışkanlık değil, bir ihtiyaç haline geldi diyebilirim. Bu süreçte hem yurtdışında görev yaptığım dönemlerde hem de ülkemde, yazım konusunda bilgisine başvurduğum çok kıymetli hocalarım oldu. Onların rehberliği sayesinde yazınsal anlamda kendimi geliştirme yolculuğuma devam ediyorum. Her yazı, her kelime, aslında bu yolculuğun bir adımı. “Yüzsüz” de bu birikimin, bu içsel arayışın ve edebi çabanın bir sonucu olarak doğdu. Yazmak benim için bir eğitimden öte, yaşamın kendisiyle kurduğum derin bir bağ. Bu bağ sayesinde hem kendimi hem de insanı daha iyi anlamaya çalışıyorum.

Her yazarın bir yazma motivasyonu ve amacı olduğuna inanıyorum. Bu bağlamda, sizin için “yazmak” eylemi ne anlama geliyor? Yazma sürecini bireysel bir ifade biçimi olarak mı, yoksa toplumsal bir sorumluluk alanı olarak mı görüyorsunuz?

Yazmak benim için hem bireysel bir ifade biçimi hem de toplumsal bir sorumluluk. İç dünyamı anlamak ve anlatmak kadar, toplumun sessiz kalan yanlarına ışık tutmak da yazma motivasyonumun temelini oluşturuyor.

Gelelim kitabınıza. “Yüzsüz” kelimesi çok şey çağrıştırıyor. Siz bu ismi neden seçtiniz, ne anlam taşıyor? Okurlarınız için bu tercihinizin nedenini açıklar mısınız?

Yüzsüz” kelimesi gerçekten çok katmanlı bir anlam taşıyor ve bu roman için özellikle seçtiğim bir isim. Romanın başkahramanı Önder Fırat’ın hikâyesi, bu ismin arkasındaki derinliği ortaya koyuyor. Önder Fırat, daha henüz 6 yaşındayken meslek seçiminde karar vermiş ve bu kararından asla dönmemiş bir karakter. Yaşadığı çevre, aldığı eğitim ve ülkenin o dönemdeki siyasi ve ekonomik çalkantıları, onun kişiliğini ve meslek anlayışını derinden şekillendirmiş. Polislik gibi zor ve çok yönlü bir görevde, zaman zaman farklı kimliklere bürünmek, kod adlar kullanmak ve çeşitli rolleri üstlenmek zorunda kalmış. Bu roller, onun hem kendisiyle çatışmasına hem de bazı yönleri içselleştirmesine neden olmuş. “Yüzsüz” kelimesi sözlük anlamıyla; utanmadan, çekinmeden bir şeyler yapan, yüzü kızarmayan, arsız olarak nitelendirilen kişileri tanımlar. Ancak ben bu kelimeyi, romanın bağlamında çok daha farklı bir anlamda kullandım. Burada “yüzsüzlük”, Önder Fırat’ın görev gereği sürekli değişen yüzlerini, büründüğü karakterleri ve bu süreçte yaşadığı içsel parçalanmayı anlatmak için seçtiğim bir metafor. Yani “Yüzsüz”, sadece bir sıfat değil; bir insanın görev uğruna kendi benliğinden ne kadar uzaklaşabileceğini, kaç farklı kimliğe bürünebileceğini ve bu süreçte hangi yönleriyle yüzleştiğini anlatan bir simge. Bu nedenle romanın ruhunu en iyi yansıtan isim olduğuna inandım.

Romanda Önder Fırat şahsında terörle mücadele gibi sert bir konu var ama aslında hikâyenin kalbinde insanın kendiyle savaşı, hayat kavgası duruyor. Sizce insanın kendi içindeki savaş, dışarıdakinden daha mı zor?

Kesinlikle öyle. İnsan kendiyle savaştığında ne kaçacak bir yer bulabiliyor ne de kendini kandıracak bir bahane. Dışarıdaki mücadeleler çoğu zaman somut, tanımlanabilir ve bir şekilde yönetilebilir. Ama içimizdeki savaş, sessizce büyüyen, zamanla şekil değiştiren ve çoğu zaman adını bile koyamadığımız bir çatışma. Yüzsüz’ü yazarken Önder Fırat’ın yaşadığı içsel kırılmaları, görev gereği büründüğü kimlikleri ve bu kimliklerin ruhunda açtığı yaraları derinlemesine hissettim. Onun çocuk yaşta verdiği meslek kararından hiç dönmemesi, ülkenin çalkantılı dönemlerinde aldığı eğitim, görevdeyken farklı kod adlarla farklı rollere bürünmesi… Tüm bunlar, onun dış dünyadaki mücadelesini şekillendirirken, iç dünyasında da bir fırtına koparıyordu. İşte bu yüzden “Yüzsüz” adını seçtim. Çünkü Önder Fırat, görev gereği yüz değiştirmek zorunda kalan ama her yeni yüzle birlikte biraz daha kendiyle yüzleşen bir karakter. Onun savaşı, dışarıdaki terörle değil; içindeki korkularla, çelişkilerle ve vicdanıyla. Ve evet, bu savaş çok daha zor, çok daha sessiz ve çok daha derin.

Kitabın girişinde, eserin “gerçekliğin sınırlarında gezinen bir düş ürünü” olduğunu söylüyorsunuz. Ancak bunu belirtmemiş olsanız, okur neredeyse gerçek bir kahramanın yaşam öyküsünü okuduğunu düşünebilir. Yazarken bu kadar sahici bir polis atmosferi kurmak kolay olmasa gerek. Bu konuda özel bir araştırma ya da gözlem süreciniz oldu mu?

Evet, kesinlikle kolay olmadı. Yüzsüz’ü kaleme alırken sahici bir polis atmosferi kurmak benim için en önemli hedeflerden biriydi. Çünkü Önder Fırat’ın hikâyesi, sadece bir görev insanının değil, aynı zamanda içsel çatışmalarla yoğrulmuş bir ruhun anlatısıydı. Bu derinliği verebilmek için hem teknik hem duygusal anlamda güçlü bir arka plan gerekiyordu. Uzun yıllar kamuda görev yapmış biri olarak, güvenlik teşkilatının yapısını, işleyişini ve meslek mensuplarının yaşadığı zorlukları yakından gözlemleme şansım oldu. Yurtiçinde ve yurtdışında görev yaptığım dönemlerde, bu alanda çalışan birçok değerli insanla birebir temas kurdum. Onların yaşadıkları, anlattıkları, sessiz kaldıkları… Hepsi bu romanın dokusuna sindi. Ayrıca yazım sürecinde, bu alanda uzman olan hocalarımla fikir alışverişleri yaptım. Hem teknik detaylar hem de psikolojik yansımalar konusunda destek aldım. Gerçeklik ile kurgu arasındaki o ince çizgide yürürken, okurun kendini hikâyenin içinde hissetmesini istedim. Bu yüzden “gerçekliğin sınırlarında gezinen bir düş ürünü” ifadesi hem romanın doğasını hem de yazım sürecindeki yaklaşımımı en iyi şekilde özetliyor. Sonuçta ortaya çıkan atmosfer, sadece bilgiyle değil, empatiyle ve gözlemle örülmüş bir dünya oldu. Okurun bunu gerçek bir yaşam öyküsü gibi hissetmesi, sanırım bu çabanın en güzel karşılığı.

Her insanın iyi edebiyatı ve yazarlığı tanımlama biçimi farklıdır; kimine göre yazar, duygulara tercüman olan biridir, kimine göre topluma ayna tutan ya da değişimi tetikleyen bir düşünürdür. Peki, sizce yazar kimdir, onun en temel sorumluluğu nedir ve iyi bir yazarı diğerlerinden ayıran asıl özellik ne olmalıdır?

Bana göre yazar, toplumun temel dinamiklerini derinlemesine gözlemleyebilen, kalemini ve ruhunu toplumun sinir uçlarına korkusuzca dokundurabilen kişidir. Yazar, statükodan değil toplumdan beslenmeli; çünkü gerçek hikâyeler, gerçek acılar ve gerçek umutlar sokakta, evde, meydanda yaşanır. Yazarın en temel sorumluluğu, toplumun vicdanına ve kendi vicdanına hesap verebilmektir. Yazdıklarıyla bir düşünceyi tetikleyebilir, bir yarayı görünür kılabilir ya da bir sessizliği bozabilir. Bu yüzden iyi bir yazar, sadece güzel yazan değil; cesurca yazan, sorgulayan, rahatsız eden ve gerektiğinde kendiyle bile yüzleşebilen kişidir.

Edebiyat, sadece estetik bir alan değil; aynı zamanda vicdani bir alandır. İyi yazar, bu alanı hem içsel dürüstlükle hem de toplumsal duyarlılıkla doldurabilen kişidir.

Söyleşi yaptığım yazarlara şu soruyu soruyorum. Çünkü sosyal medya gerçekliği, dijitalleşen, yapay zekâlaşan bir gelecek içinde yaşıyoruz. Edebi eserlerin gelecekte hiçbir karşılığının kalmayacağını, hatta edebiyatın bile tamamen ortadan kalkacağını savunanlar var. Bu fikre katılır mısınız?

Kesinlikle katılmıyorum. Her şeyi dijitalleştirebilirsiniz; görüntüyü, sesi, bilgiyi… Ama insan ruhunu bu kalıplara sokamazsınız. Edebiyat, insanın ruhuyla kurduğu en derin bağlardan biridir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanın anlatma, anlama ve hissetme ihtiyacı asla ortadan kalkmaz. Ben aksine, edebiyatın bu dönüşüm sürecinde yok olmaktan ziyade çok daha güçlü ve erişilebilir bir hale geleceğine inanıyorum. Dijitalleşme, yazının sınırlarını genişletiyor; daha fazla insana ulaşma, daha farklı biçimlerde ifade etme imkânı sunuyor. Ama özünde hâlâ bir insanın başka bir insana dokunma çabası var. Ve bu çaba, edebiyatın kalbidir. Yazmak, insan olmanın en kadim eylemlerinden biri. Ruhun sesini susturmak mümkün değil. Edebiyat da bu sesin yankısı olarak varlığını sürdürecek. Hem de daha cesur, daha özgür ve daha yaratıcı biçimlerde.

Fevzi Bozkurt’a en sevdiği 5 yazar 5 eser ismini sorsak yanıtı ne olur?

En Sevdiğim 5 Yazar ve 5 Eser:

  • Yılmaz Özdil
  • Tüm kitapları ve köşe yazıları
  • Özellikle toplumsal olaylara cesurca yaklaşımı ve sade ama etkili diliyle her yazısını hayranlıkla takip ediyorum.
  • Ahmet Ümit
  • Beyoğlu’nun En Güzel Abisi,
  • Kavim,
  • Bab-ı Esrar,
  • İstanbul Hatırası,
  • Aşk Köpekliktir
  • Polisiye ile tarihi ve felsefeyi ustalıkla harmanlayan anlatımı beni her zaman etkilemiştir.
  • Yuval Noah Harari
  • Nexus (Son kitabı)
  • İnsanlık tarihine ve geleceğine dair derin analizleriyle düşünce ufkumu genişleten bir yazar.
  • Khaled Hosseini
  • Uçurtma Avcısı,
  • Bin Muhteşem Güneş,
  • Ve Dağlar Yankılandı
  • İnsan ruhunun kırılganlığını ve dayanıklılığını anlatmadaki ustalığıyla beni derinden etkileyen bir kalem.
  • Vedat Türkali
  • Bir Gün Tek Başına,
  • Güven,
  • Mavi Karanlık,
  • Yalancı Tanıklar Kahvesi,
  • Tek Kişilik Ölüm,
  • Özellikle Bir Gün Tek Başına, hem ruhumu hem de düşünce dünyamı eğiten bir başyapıt oldu.

Bu yazarlar ve eserler, sadece edebi zevkimi değil, aynı zamanda hayata ve insana bakışımı da şekillendiren kaynaklar oldu. Her biri, yazarlık yolculuğumda birer rehber niteliğinde.

Eserinizi beğenerek okudum, Önder Fırat’ın hikâyesi okurda güçlü bir etki bırakıyor. Bu yüzden şunu merak ediyorum: Yüzsüz’ün devamı gelecek mi? Ya da benzer temaları işlediğiniz yeni bir proje üzerinde çalışıyor musunuz?

Öncelikle nazik yorumunuz için çok teşekkür ederim. Yüzsüz’ün okurda güçlü bir etki bırakması, benim için en büyük ödül. Çünkü Önder Fırat’ın hikâyesi, sadece bir karakterin değil, aynı zamanda bir ruhun, bir yolculuğun ve bir arayışın hikâyesi. Aslında Yüzsüz, başından itibaren bir üçleme olarak tasarlandı. Önder Fırat, romanda henüz mesleğinde 10. yılına gelmiş bir karakter. Devamında onun Antalya’ya tayin olduktan sonra yaşadıkları, aldığı görevler, karşılaştığı insanlar ve sonrasında yurtdışında katıldığı operasyonlar üzerinden ilerleyen bir anlatı planladım. Her cilt hem mesleki hem de ruhsal dönüşümünü farklı bir boyutta ele alacak. Ayrıca romanda yer alan bazı karakterlerin yaşamlarına ve hayata dair beklentilerine odaklanan kısa biyografik romanlar da yazmayı düşünüyorum. Çünkü her karakterin kendi içinde bir roman olabilecek kadar derin bir hikâyesi var. Bu hikâyeleri bağımsız metinlerle okura sunmak, Yüzsüz evrenini daha da zenginleştirecek. Kısacası, Yüzsüz sadece bir roman değil; bir serinin, bir düşünsel yolculuğun ve bir içsel hesaplaşmanın başlangıcı. Yazma sürecim devam ediyor ve bu dünyayı okurlarla paylaşmak benim için büyük bir heyecan.

Vakit ayırıp sorularımı yanıtladığınız için teşekkür ederim. Eserinizin yolculuğu uzun ve ilham verici olsun.    

Ben teşekkür ederim, bu derin ve anlamlı söyleşi için. Sorularınız, Yüzsüz’ün ruhunu daha da görünür kıldı. Hem yazarlık yolculuğumu hem de anlatmak istediğim dünyayı paylaşma fırsatı sundu. Başta Kalan Yayınları olmak üzere, bu eserin hayat bulmasında emeği geçen tüm ekip arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum. Her biri, bu yolculuğun bir parçası oldu ve Yüzsüz’ün okura ulaşmasında büyük katkı sağladı. Ümit ediyorum ki bu yolculuk, sadece bir romanın değil; düşüncenin, duygunun ve cesaretin yolculuğu olarak devam edecek. Okurla kurduğumuz bu bağ, edebiyatın en güzel tarafı. Nice hikâyelerde buluşmak dileğiyle…

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*