
Söyleşi Aslı Kemal Gürbey
Hüdanur Zeynep Tuncer’in Yirmi Peşimizde adlı romanı, gençliği, gençlerin içsel yolculuğunu, bastırılmışlıkları ve var olma cesaretini ele alan, gençlik edebiyatının güzel eserlerinden biri. Kalan Yayınları’ndan yeni çıkan eser 351 sayfa ama kitap okunmaya başladığında sizi içine çekiyor. Yazarla yeni eseri hakkında bir söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize…
Merhaba Zeynep Hanım. Eseriniz için sizi tebrik ederim. Kaleminize sağlık. Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Yirmi Peşimizde romanını yazan Hüdanur Zeynep Tuncer kimdir?
Öncelikle teşekkür ederim. Hüdanur Zeynep Tuncer; dünyanın yoruculuğu üstüne, kendini hayal dünyasında mutlu etmeye adamış, hayalperest biri. Ne kadar kötü olay yaşarsam yaşayayım her zaman hayallerime tutunup hayata devam ediyorum.
Her yazarın yazmaya başladığı bir zaman dilimi olduğu gibi yazma amacı da vardır. Siz ne zamandan beri yazıyorsunuz ve yazmakta ne buluyorsunuz?
Ben ortaokuldan beri kendi kendime şiir/şarkı sözü yazıyordum. Arkadaşlarım beğendiği için hep devam ettim. Büyüdükçe hayalperest dünyamı da kitaplaştırmak istedim. Yani kendimi bildim bileli yazıyorum. Yazmak beni mutlu hissettiriyor.
Yayınevi eserinizin pdf nüshasını bana yolladığında iki haftada bitiririm demiştim fakat okumaya başladığımda bitmesi sadece bir buçuk günümü aldı. Sade ve akıcı bir diliniz olduğunu söylemeliyim. Her bölüme bir sözle giriş yapmanızı da beğendim. Ayrıca Yirmi Peşimizde dikkat çekici olduğu kadar da düşündüren bir başlık. Kitabınızı okuyanlar Yirmi’nin kim olduğunu öğrenince şaşıracaklar kuşkusuz ama yine de siz okurlara Yirmi’nin kim olduğu hakkında bir sufle verirseniz iyi olur?
Aslında yirmi hiç sevgi görmemiş bir insan. Bu yüzden duygusuz büyümüş ve insanlara acı çektirmek onu rahatsız etmiyor.
Romanda Duygu, Rüya’ya şöyle soruyor: ‘Yalnız kalmaktan korkuyorsun değil mi? Kimsenin seni gerçekten sevmiyor olmasından korkuyorsun, değil mi?’ Bu cümle, günümüz edebiyatında sıkça rastladığımız bir duygusal itiraf biçimini yansıtıyor. Sizce günümüz toplumunda bu duygu bir istisna mı yoksa insanların çoğu artık bu korkularla mı yaşıyor?
Bence çevresi kalabalık olan insanlar bile bir gün yalnız kalmaktan korkuyor olabilir. Bu kişinin çevresindeki insanların ona ne kadar değer gösterdiğiyle ilgili. Eğer değer gördüğünü hissediyorsa bir insan kendini yalnız hissetmez. Ama bu duyguyu değer verdiği kişiden alamıyorsa o zaman yalnızlıktan da korkar yalnız kalmaktan da. Bu yüzden bence insanların çoğu yaşıyordur diye düşünüyorum.
Erkek karakterin kimlik değiştirerek yeniden Rüya’ya yaklaşması ve ‘parayla satın alma’ tehdidinde bulunması, toksik erkekliğin uç bir temsili. Size şunu sormak isterim: Günümüzde toksik erkeklik bir istisna mıdır yoksa giderek genelleşen bir toplumsal bir tehdit olmaya doğru evriliyor mu?
Giderek genelleşen toplumsal bir tehdit arz etmektedir.
Rüya’nın hikâyesi, “hayatı seçme cesaretini anlatıyor” diyorsunuz. Son yıllarda edebiyatta “güçlü kadın karakter” kalıbı sıkça işlenir oldu. Hatta bazıları bunun bir neredeyse bir norm hâline geldiğini söylüyor. Bununla birlikte bu durumun toplumsal gerçekliğimizle uyumlu olmadığını, toplumsal hayatta kadınların kırılgan, dezavantajlarla örülü savunmasız bir dünyada yaşadıklarını söyleyen eleştiriler de var. Sizin görüşünüzü merak ediyorum?
Katılmıyorum. Bence insanlar yaşadıkları olaya baktığı açı doğrultusunda hareket ederler. Kitaplarda kadınlar genellikle zor hayat şartlarında yaşamış ve ayakta kalmak zorunda kalıyorlar. Belki de yazarlar ya da okurlar bunu görmek istediği için işleniyor. Ama bence her insan cinsiyet ayrımı kalmadan ayakta kalmanın yolunu yaşadığı hayat zorluğu derecesinde çözüm odaklı olmalı. Dünya adil bir yer değil. Her insanın acısı ve üzüldüğü konular başkadır. Mesela birisi basit bir olaya bile üzülürken bunu takmayıp başka olaya takılan insanlar illaki oluyor. Bir nevi karaktere ve düşünce açısına göre değişiyor.
Roman, her dönemde insanı anlamanın bir yolu olarak görüldü. Ancak çağımızda dijitalleşen hayat ve hızla tükenen dikkat süresiyle birlikte bu görüşe eleştiriler var. Sizce roman yazmak hâlâ etkili bir anlatım biçimi mi?
Bence evet. Roman denilince içine hayal dünyası da giriyor. Bu yüzden roman yazmayı seviyorum. Ben yazarken sürekli olayı gözümde canlandırdım. Bu da beni daha hevesli hale getirdi. Çünkü o dünyanın içinde aslında ben de varmışım gibiydi.
Her yazarın etkisinde kaldığı başka yazarlar mutlaka vardır. Zeynep Tuncer’i etkileyen yazarlar kimler oldu?
Ben kendimi bildim bileli kitap okumayı sevmeyen birisiyim. Çünkü odak problemim var. Ben okuyamasamda kendi iç dünyamı satırlara dökmeyi tercih ettim. Umarım herkes umduğu veriyi bu kitaptan alabilir. Teşekkür ederim.
Leave a Reply