Hüseyin Duman: “Karacaoğlan’ın, Aşık Veysel’in sanattan umduğu şey neydiyse biz de onu arıyoruz.”

Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey

Hüseyin Duman okur-yazar oranının en yüksek olduğu illerden biri olan Tunceli doğumlu. Bugüne kadar pek çok eser kaleme almış, binlerce öğrenci yetiştirmiş emekli bir eğitimci. Özgür Eğitim Yayınları 2007 Çocuk Öyküleri Seçici Kurul Özel Ödülü sahibi. ALAİMİSEMA adlı çocuk öykülerinden oluşan yeni bir kitap çıkardı. Kalan Yayınları’ndan geçen hafta çıktı bu eser. Yazarla kitabı hakkında söyleşi yaptık.

Merhaba Hüseyin Bey, özellikle yeni eseriniz hayırlı olsun. ALAİMİSEMA, kapağından tutalım da öykülere kadar, güzel bir çalışma olmuş. Yayınevi dosyayı bana ilettiğinde açıkçası isminizi ilk kez duydum. Eminim eseri okuyacak pek çok okur da benim gibi düşünecektir. Hüseyin Duman’ı tanımak isteriz. Okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Teşekkür ederim. Bu kitabı alıp okuma zahmetinde bulunanlar, kitabın hemen başında kısa bir özgeçmişle karşılaşacaklardır. Yine de söz edeyim. Nüfus cüzdanımda Tunceli merkez ilçeye bağlı Kuyluca köyünde 1961 yılında doğduğum yazar. Bu tarih de, yer de doğru değildir. Gerçekte ise 1957 ya da 1958 yılında Meşeyolu köyünde dünyaya gelmişim. O zaman usul böyleymiş, çocuğun doğum tarihi bir yere yazılmazmış. Duvar ustası baba ile köylü kadını annenin sekiz çocuğunun ikincisi olarak kalabalık bir ailede büyüdüm. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Tunceli Kalan Lisesi’nde, Üniversiteyi de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde okudum. 28.5 yıl ülkenin değişik yerlerinde öğretmenlik yaptıktan sonra 2014 yılında emekli oldum. Yazma isteği ve çabası gençlik yıllarımdaki yaşam ilişkilerimle ilgilidir. O yıllarda öğrenciler çok kitap okur ve okuduklarını arkadaşları ile paylaşırdı. Yazarlık hayatım 2001 yılında şahıs yayıncı olarak yayınladığım “Anılarda Kalanlar” ile başladı. Eserlerimin yayınlanma sırasına göre ALAİMİSEMA’nın sırası 22’dir. Okur tarafından sevilerek okunacağını umut ediyorum. Bir yazarın beklentisi de ancak bu olabilir.

Ülkemizde edebiyatla ciddi manada hem dem olmuş insan sayısı fazla değildir. Siz ise edebiyat fakültesi mezunu, roman, öykü, araştırma kitapları olan tecrübeli bir edebiyatçısınız. Deyim yerindeyse neredeyse bütünüyle edebiyatla var olmuş, var olan ve var olacak olan birisiniz. Hangi döneminize ışık tutsak karşımıza edebiyat çıkıyor. Bana göre bu nadide bir durumdur. Bunun yanıtını almadan diğer soruya odaklanmayacağımı düşünüyorum. Edebiyat sizin için neye karşılık geliyor? Edebiyatta ne buluyorsunuz?

Edebiyat nedir veya edebiyatta ne bulmayı umuyorsunuz şeklindeki soruya cevap vermek kolay değildir. Karacaoğlan ne umduysa, Aşık Veysel ne umduysa başka yazar da onu umuyordur. Temelde edebiyat yazarın kendini ifade etme biçimidir. Kişi kendisini rahatsız eden bir şey olduğunu düşünür. Bu rahatsızlığın başkalarını da ilgilendirdiğini ve giderilmesi durumunda yaşamın daha rahat, daha istenilir duruma erişeceğini hissettirmeye çalışır. Toplumun daha doğru, daha güzel bir yaşam ortamına ulaşması için düşünce üretmeye ve paylaşmaya çalışır. Edebiyat, aydın ile toplum arasında kurulacak iletişimin yollarından en etkili olanıdır. Çünkü iletişim malzemesi dildir. Edebiyat ile ilgili “edepli olmak, güzel yazmak” tanımı yapılır ki bu yeterli değildir. Toplumun en büyük ortaklığı dil ise, dil üzerinden sorun tartışmak ve bu yolla iyiyi, güzeli aramak çabası olmalıdır. Duygu ve düşünce şiir, roman, öykü, tiyatro, masal, fabl… gibi türlü kalıplarda ve şekillerde ifadesini bulabilir. Hedef kitle çocuk, ergen, genç olunca dilin sadeliği, anlatımın ilginç olması önemsenir. ALAİMİSEMA adını bu nedenle seçtim.

ALAİMİSEMA’nın arka kapağında Prof. Dr. Yusuf Arslan’ın “…edebi gücü yüksek, bir çırpıda okunacak harika bir kitap” değerlendirmesi var. Hocanın tespitine ben de katılıyorum. ALAİMİSEMA öyküleri bana güzel bir tat verdi. Öykülerin kurgusu, olay örgüsü, kahramanları, kullanılan dilin ince ince, sebat ede ede yazılmış bir eser olduğunu belli ediyor. Bu öyküler belli ki çok uzak bir yoldan bugüne taşınmış. Hüseyin Duman 2007 yılında ödülünü aldığı bir öyküyü neden 2024’te bastı, diye merak ediyorum. Sizi bulmuşken sorayım. ALAİMİSEMA doğru zamanda mı basıldı, yoksa kendinizi gecikmiş hissediyor musunuz?

ALAİMİSEMA’nın ödül almasından hayli zaman sonra yayınlanması “gecikmiş” olarak değerlendirilebilir mi? Bu konuya iki açıdan bakılabilir: Yazar açısından: Hayır. Bir edebi eserin gecikmesi söz konusu olamaz. Eser, insanlık tarihi boyunca yaşanmış ve insan var oldukça yaşanabilecek konuları ele alıyor ve işliyorsa, ne zaman yayınlandığının hiçbir önemi yoktur. Yani eser herhangi bir zamana ve yere bağlı değildir. ALAİMİSEMA hemen her toplumda ve hemen her dönemde konuşulacak konuları işliyor. Yayıncılık mesleği açısından bakıldığında ise bazı sorular tartışılmaya açılabilir. Kitap istenilir bir okuyucu seviyesine ulaşırsa elbette tartışma konusu olur. ALAİMİSEMA dosyası birçok yayınevi editörü tarafından görüldü. Bilirsiniz ki her yayın grubunun kendisine göre öncelikleri, çalışma anlayışlarını belirleyen sınır çizgileri var. Kalan Yayınları dosyayı yayınlamaya değer buldu. Okuyucuyla buluşmasını da zaman içinde göreceğiz. Yazar-yayınevi ilişkisinde doğan şikâyetler hemen her yerde yaşanmıştır. En azından Jack London Martin Eden’de bundan söz eder. Aziz Nesin de yazdığı kitapları yayınlatabilmek için hangi yollara başvurduğunu uzun uzun anlatır. Kemal Tahir Mike Hammer çevirileri hala edebiyat çevrelerinde konuşulur. Başka yazarlarımızın da bu tarz şikâyetlerini okuyucuyla paylaştıklarını biliyoruz. Doğanın değişimine ayak uyduran insanoğlu da sürekli değişmekte ve yenilenmektedir. Sürekli yeni çocuklar, yeni ergenler, yeni gençler yetiştirme sorumluluğu taşıdığımıza göre, hiçbir şey için geç değildir.

Kitaba ismini veren 2007’de ödül almış ALAİMİSEMA öyküsü, en beğendiğim öykülerinizden biri oldu. Bu öykü üzerinden günümüzdeki dede/nine-torun ilişkilerine eğilebiliriz. Marmara Üniversitesi’nden profesör bir arkadaşım “dede nineleriyle sağlıklı ilişki sistemleri kuran çocukların hayatta daha başarılı ve mutlu olduğunu, fakat birçok insanın bu sistemi etkili şekilde değerlendiremediğini, bunun büyük bir talihsizlik olduğunu” söylüyor. Bu fikre katılır mısınız?

Kuşaklar arası duygu ve bilgi aktarımı elbette önemlidir. Ne var ki bu öyküde öyle bir yönelme veya yönlendirme isteğinden söz edilemez. Yaşamın doğal akışı içinde, yaşam gereği ortaya çıkmış bir durum, bu durumdan üremiş duygulanma ve davranış söz konusudur. Küçüğün yetişmesi için önceki kuşakların sevgi, ilgi ve çabası elbette önemlidir. Anne-baba, dede-nine gençlerin yetişmesinde önemli yer tutarlar. Ne var ki yeni kuşakların doğru ortamlarda ve uzmanların yönlendirmesiyle eğitilmesi öncelikli olmalıdır.

Öykülerinizin arı-duru bir Türkçe ile yazılmış olması hoşuma gitti. Söz oyunlarının, yapaylığın, biçim kaygılarının olmadığı öyküleri seviyorum. Sizin öykülerinizde gerçekçilik var, sahicilik, öğreticilik var. Gelgelelim son dönem genç öykücüleri bu sıraladıklarıma zıt bir yönde öyküler yazıyorlar. Hatta onlara göre klasik öykücülüğün sonu geldi; yüzyılımız fantastik konuların ele alındığı, apolitik, atoplumsal, asla didaktik olmayan, içinden ne gelirse olduğu gibi kağıda yazabileceğin yeni nesil bir öykü yüzyılının doğduğu yönünde. Siz bu tartışmada nerede yer alırsınız?

Bu tartışmanın dışında kalınamaz, tam ortasındayım. Sanat anlayışımı ürettiğim eserlerle okuyucuya sunuyorum. Sanatçı, yaptığı iş gereği, politik duruş sergilemek zorundadır. Bu onun isteği gereği değildir. Toplumsal gelişmelerin neresinde durduğu veya durmak zorunda olduğu ile ilgilidir. Bu nedenle atoplumsallık diye bir kavramın gerçek yaşamda değeri yoktur. Mesela insan-doğa ilişkisinde ya doğayı tahrip edene ilgisiz kalacak, ya da doğayı tahrip edip insan yaşamına zarar verene karşı duracaktır. Toplumu ilgilendiren böyle bir konuya ilgisiz kalan kişi zarar verenin menfaatine hizmet ediyordur. Sanatçının ilgisiz ve dağınık durması insanı, doğayı korumaya, dolayısı ile yararlı duruşa hizmet etmez. Sanat iyiyi, güzeli, doğruyu önerdiğine, önermesi gerektiğine göre, toplumsal yan öne çıkmak zorundadır. Sanatın hem milli hem de sınıfsal özelliği vardır. Sanatçı temsil ettiği sınıfın istekleri doğrultusunda eser üretir. Buna karşılık da egemen, kendi sanat anlayışını topluma sunar. Tarihi süreçte bu hep böyle olmuş; iki anlayış daima rekabet etmiştir. Günümüz insanının karşı karşıya olduğu savrulma, dağılma ne yazık ki sanatta da karşılığını buluyor. Sanatta siyasi davranış, kaba grup tercihi ve mensubiyetinden öte bir anlam taşır. Sonuçta ürettiklerimiz yaşam izlenimlerimizden süzerek ete kemiğe büründürdüklerimizdir. Yeni bir öykü yüzyılı diye pazarlanmaya çalışılan emperyalist projelerin yan söylemleridir. Ülkemiz insanına yararı olmaz.

Öyküleriniz bende hayranlık uyandırdı. Öykülerinizi okuyanların da hayran kalacağına en ufak bir tereddüdüm yok. Farz edin ki bir imza günündesiniz ve sizi dinlemeye gelen genç öykü yazarları var. İçlerinden bazıları da öykü yazmak istiyor, fakat bunu nasıl yapacağını bilemiyor. Onlara söyleyecekleriniz neler olurdu?

Öykücü, okuyucuya söz söyleyendir ve karşısında bir okuyucu, bir dinleyici topluluğu vardır. Yani onu dinleyen ve onun söylediklerine, tavsiyelerine göre yeni eser üretmeye çalışanlar. Bu nedenle her öykücü ürettiği eser üzerinde dikkatle düşünmeli. Konu, kahraman seçimi, olay örgüsü, dil ve anlatımı okuyucuya ilginç gelmeli ve sonunda okuyucu öyküyü okuduğu için mutlu olmalı. Oktay Akbal’a, “yazar olmak zor mudur”, diye bir soru sorulmuş ve Akbal, “hayır, yazar olmak zor değildir,” der. Sonra iyi bir yazarın neler yapması gerektiğini oldukça uzun bir liste halinde sıralar. Bu listeden anlaşılır ki, yazar olmak büyük emek ve bilgi gerektirir. Şunu anlatmak istiyorum: Okura söz söyleme makamındaysanız, omzunuzdaki ağır sorumluluğu taşımak için daha çok çalışmak, yaptığınız işe özen göstermek zorundasınız. Çünkü söz söyleyenin sıradanlığı ve dağınıklığı okuyucuya da bulaşır. Bunu yapmaya hakkımız yok.

Sizi okuyanların size hayran olması ne kadar doğalsa sizin de başka yazarlara hayranlığınızın olması o kadar doğaldır. Hüseyin Duman’ın beğenip hayranlık duyduğu 5 yazar, 5 kitap söylemiş olsaydı bunlar hangileri olurdu?

Türk edebiyatı zengin örneklerle doludur. İbrahim Şinasi ile başlayan yazılı eser üretme döneminde çok sayıda yazar, oldukça ilginç ve başarılı eser üretmiştir. Sanatın ve sanatçının baskılanması, okuyucunun korkutulması, edebi eserden uzak tutma çabaları başarıya ulaşmamış, ulaşmayacaktır. Benim kuşağım çok sayıda yazar ve şair tarafından yetiştirildi. Öykü alanını ele alırsak elbette Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Kemal, Bekir Yıldız, Yaşar Kemal uzunca bir listenin en başında yer alırlar. Okunacak çok sayıda yerli ve yabancı yazar listesi kolayca yapılabilir. Okur bu eserlerin her birinden başka bir zevk alarak okuyabilir.

Siz benden iyi bilirsiniz hocam, okurların istek ve talepleri bitmez. Son sorumda ben de kaideyi sürdüreyim. Hüseyin Duman yeni eserler için kolları sıvayacak mı, yoksa buraya kadar mı?

Araştırmak, yazmak büyük bir tutku, isteseniz de buraya kadar diyemiyorsunuz. Yaptığınız işten emekli olabilirsiniz, ama yaşamdan olamıyorsunuz. Zihniniz sorulara cevap aradıkça, yaşam da sizi yeni eserler üretmeye zorlar. Yayınlanmaya hazır kitaplarım olduğu gibi, yeni tasarılarım da var. Bakalım nereye kadar gideceğiz.

Söyleşiyi sonlandırırken bu kıymetli eser için size teşekkür eder, kaleminizin daim, okurlarınızın bol, beğenenlerin çok olmasını dilerim.

Çalışmanız ve iyi dilekleriniz için teşekkür ederim.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*