
Söyleşi Aslı Kemal Gürbey
İsa Hacıhasanoğlu’nun kaleme aldığı Çorak Topraklar Üstünde, yalnızca bir gençlik aşkının hikâyesi değil; aynı zamanda 1990’lı yılların üniversite atmosferine, solcu gençliğin ideallerine ve bireysel yaşamla toplumsal mücadelenin kesiştiği noktalara açılan bir pencere. Canan ile Atacan’ın sessiz aşkının ardında, dönemin politik ve sosyal çalkantıları yer alıyor. Roman, bireysel ile kolektif, geçmiş ile gelecek, edebiyat ile tarih arasında kurduğu köprülerle okuru düşündüren ve tartıştıran bir yapıya sahip. Bir solukta okunacak 183 sayfadan oluşuyor. Yazarla yeni eseri hakkında bir söyleşi yaptık. Buyurun söyleşimize…
Merhaba İsa Bey. Eseriniz için sizi tebrik ederim. Kaleminize sağlık. Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Çorak Topraklar Üstünde romanını yazan İsa Hacıhasanoğlu kimdir?
Merhaba Aslı Hanım. Sorulara en zorundan başladınız. Bildiği her şeyi aktarmak isteyen kişinin kendisini anlatamaması size tuhaf gelebilir ama gerçek böyle. Zaten çoğu kişi gibi anlatılacak çok şeyim de yok. Bu soru her defasında Cemal Süreyya’yı anımsatır bana. Ama ben ondan biraz daha fazla konuşacağım. Sanırım şair yazar farkından kaynaklı bir şey bu. 1969’un Şubatında Trabzon’un Araklı ilçesinin özgün adı Axo olan köyünde doğdum. Okumaya ortaokulda bir arkadaşımın amcasının kitaplığından getirdiği Herman Melville’nin Moby Dick’i ile başladım. Sonra Türkçe öğretmenim Sabahattin Ali ve Orhan Kemal okumamı önerdi. Böylece edebiyat yolculuğum başlamış oldu. KTÜ Orman Fakültesi’nden “malum” nedenlerden dolayı bitir(e)meden ayrıldım. 2000 Kasımında evlenip Ankara’ya yerleştim. Çalışmaya çalıştığım birçok işten de üniversiteden atılmama benzer nedenlerden dolayı atıldım ve artık çalışmamaya karar verdim. Zaten zorunluluk dışında çalışmanın yaşamdan çalmak olduğunu düşünen bir tembelim. Yazmaya da belki de bunun için çok geç başladım. 2019’da yanı tam 50 yaşında ilk romanım Çember’i yayınladım. Sonra öyküler, denemeler ve şiirler yazdım. Bazıları çeşitli dergilerde yayınlandı. Bundan sonra ne olur, neler yaşar neler yazarım bilmem. Hayatı doğaçlama yaşıyorum.
Daha önce Çember isimli bir roman çıkardınız. Yayımlanmış öyküleriniz de bulunuyor. Düşünüyorum da, her yazarın muhakkak bir yazma amacı oluyor. Her yazar yazmakta anlamlı bir şey buluyor da yazıyor. Siz yazmakta ne buluyorsunuz?
Bir zor soru daha. Ben mi yazarak bir şey bulmaya çalışıyorum yoksa yazmak mı beni buldu buna net bir yanıt veremem. Ancak ker ikisinden de şikâyet etmediğimi hatta keyif aldığımı söyleyebilirim. Sanırım içinde yaşamak bahtsızlığını yaşıyor olduğumuz çağın tanıklığını yapma isteği beni yazmaya itti. Az da olsa toplumsal duyarlılık ve sorumluluk taşıyorsanız yazmak istek veya tercih olmaktan çıkıp bir zorunluluk olarak kendisini dayatıyor. Eğer, yeni bir gelecek kuracaksak bunun için geçmişi bilmenin gereklilikten öte zorunluluk olduğu herkes tarafında bilinen bir gerçektir. Ben de romanlarımda ve öykülerimde bu çabalara katkı sunmaya çalışıyorum. Hepsi bu.
Yayınevi eserinizin pdf nüshasını bana yolladığında, yoğunluğumu da göz önüne alıp 10 günde bitiririm demiştim fakat okumaya başladığımda bitmesi sadece bir buçuk günümü aldı. Sade ve akıcı bir diliniz olduğunu söylemeliyim. Canan ile Atacan arasındaki gelişmelerin sonunun nereye varacağını merak içinde takip ettim. Okurlar da benim gibi kitabın 4. Bölümünde iyice şaşıracaklar kuşkusuz. Tüm bunlar romanın lezzetini artırdıkça arttırıyor ve ortaya başarılı bir sanat eseri çıkarıyor. Bu başarıyı yaratan yazma yeteneğini çok uzun bir yoldan bugünlere getirdiğinizi tahmin etmek zor değil. Neler söylemek istersiniz.
İlk romanım Çember’i olduğu gibi Çorak Topraklar Üstünde’yi de doğaçlama yazdım. Yazarken çoğu kez bir sonraki tümce aklımda değildi. Benim de bir okur gibi sonunu merak ettiğim anlar oldu. Yaşadığım gibi yazıyorum diyebilirim. Böyle daha özgür oluyorum. Yazacağım her şeyi önceden kurgulayıp bilgisayar başına oturmanın sıkıcı olacağını düşünüyorum. Böyle yaparsam nitelikli eser üretme olanağını daha baştan kaybedeceğimi biliyorum. Genç yazarlara da bunu öneriyorum.
Çember’i okumadım. Çorak Topraklar Üstünde romanınızda toplumsal mücadele, edebiyatın işlevi açısından bakıldığında “toplumsal gerçekçilik” geleneğine yaslanıyor. Kendinizi bu gelenekte mi görüyorsunuz?
Nihayet kolay bir soru sordunuz. Çember’de de, Çorak Topraklar Üstünde’de de öykülerde hatta şiirlerde de bu gelenekten kopmadım. İstesem de kopamazdım. İnsan istese de istemese de farkında olarak ya da olmayarak yazdıklarına kendisinden, yaşamından ve yaşadıklarından bir şeyler katar. Gül de fesleğen de kendileri gibi kokar. Diğer tüm çiçekler gibi. Yazar da böyledir işte. Yazar, çemberi genişletirsek sanatçı eserini dünyaya baktığı pencereden gördükleri üzerine kurgular ve inşa eder. Ben de bir sosyalist olarak böyle yapıyorum. Az önce de dediğim gibi başka türlü yapamazdım.
“Bireysel aşk” ile “kolektif mücadele”nin yan yana olup olmayacağı 70’lerden 90’lara kadar gruplar arasında çok tartışıldı. Bu fikri savunanlardan çok karşı çıkanlar vardı. Bunun acı sonuçlarıyla karşı karşıya kalan pek çok genç oldu. O yıllara geri dönüp bakarsanız yorumunuz ne olurdu?
Bunu öğrencilik yıllarında da çok konuşup tartıştık. Ben her ikisinin de yan yana olabileceğini savunan kanatta idim. Şimdi de o gün olduğum yerdeyim. Zira o yıllarda bunun güzel örneklerine tanık da oldum. “Olmalı mı, olmamalı” mı tartışmasını anlamsız bulurum. Zira aşk kendini çoğu kez bireylerden bağımsız var eder. Böyle bir durumun gerçekleştiğinde kişiye “siz ya aşkınızdan ya kavganızdan vazgeçin” demek kavganın aşk, aşkın da kavga olduğunu bilmemek değil midir?
Romanınızda üniversiteli solcu gençlerin ideallerini çok güçlü bir şekilde anlatıyorsunuz. Bugün geriye dönüp baktığınızda, sizce bu idealler gerçekten toplumun kaderini değiştirebilecek kadar güçlü müydü, yoksa gençliğin bir yanılgısı mıydı?
O gençlerin idealleri sadece onların değildi, çünkü onlarla başlamamıştı. Bu idealler sınıflı toplumların oluştuğu günden beri var olmuştur. Gerçekleşinceye kadar da var olacaklardır. Elbette bunlar bir toplunun değil tüm insanlığın kaderini değiştirebilir. Tek bir toplumun kaderini değiştirmesinin süreklilik kazanamadığını yaşayarak gördük. Gençlik yanılgısı değil de gençliğin duyarlılığı ve kararlılığı dersek daha gerçekçi tanımlamış oluruz diyorum.
Roman, her dönemde insanı anlamanın bir yolu olarak görüldü. Ancak çağımızda dijitalleşen hayat ve hızla tükenen dikkat süresiyle birlikte bu görüşe eleştiriler var. Sizce roman yazmak hâlâ etkili bir anlatım biçimi mi?
Roman’ın insanı, toplumu ve toplumsal olanı anlatmakta etkin bir yol olduğu gerçeği yadsınamaz elbette. Gelişen teknolojinin romanın bu işlevini sonlandıracağını düşünmüyorum. Hatta niteliksiz olanları aradan çıkararak romana katkı yapacağını bile düşünebiliriz.
Her yazarın etkisinde kaldığı başka yazarlar mutlaka vardır. İsa Hacıhasanoğlu’nu etkileyen yazarlar kimler oldu?
Tabii ki yazar da bir okurdur son tahlilde. Her okur gibi okuduğu tüm yazarlardan farkında olmasa da az ya da çok mutlaka etkilenir. Ancak bazılarının etkisi yazdıklarına sızacak kadar ince ve derin olur. Ben kendime bakınca hepsinden daha fazla Vedat Türkali’den etkilendiğimi düşünüyorum. Bunun dışında Sabahattin Ali ve Orhan Kemal’ı de söylemek isterim. Bu anımsama ile hepsini bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum.
İsa Hacıhasanoğlu’nun kaleminden çıkmış yeni bir eseri okumak ister miyim? Cevabım “evet”. Çorak Topraklar Üstünde’nin kurgusu, karakterleri, konusu, dili bana özel bir tat verdi. Eminim okuyanlar da benimle aynı fikri paylaşacaklardır. Sorum şu: Okuyucular sizden yakın zamanda yeni bir eser beklesinler mi yoksa uzun bir ara mı var?
Aslı Hanım, sıfırcı hocalar gibi en zor soruyu en sona saklamışsınız. Sanırım tüm yazarlar için en zoru yazacak konuyu bulmaktır. Tıpkı bir mühendis gibi kullanacağı materyalı seçmek gibi. Elbette romancı şair gibi esin beklemez. Ama yine de zaman vermek oldukça güç. Yarım kalmış bir öykü dosyam var. Öncelikle onu tamamlamayı düşünüyorum. Öykü deyince aklıma geldi. Ben kısa öyküleri sevmiyorum. Tam ısınmışken bir bakıyorsun ki bitiveriyor. Ayrıca “öykü kısa olmalıdır” diyenlere de Gogol’u ve Çehov’u okumalarını öneriyorum. Özellikle de Palto’yu.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Okurunuz bol olsun.
Ben de teşekkür ederim. Yeni bir kitap için yeni bir ropörtajda buluşmak dileğiyle esenlikler diliyorum.
Leave a Reply