
SÖYLEŞİ: Aslı Kemal Gürbey
Mustafa Aslan “Sürgündeki Gökyüzü” (2. Baskı) ve “Gönülden Sevdiğim Zor Güzellikler” şiir kitapları, Bireysel yaşantılarla yoğrulmuş bir içsel yolculuğun, toplumcu duyarlıkla harmanlandığı samimi edebi ürünler. Şairin hem kişisel, hem tarihsel hem de yaşadığı dönemin sos-yo-politik gerçekliğinden izler taşıyan etkileyici iki kitap Kalan Yayınları markasıyla raflardaki yerini aldı. Bu söyleşide hem kitapların yazım seyrini hem de yazarın şiire duyduğu derin bağlılığı daha yakından keşfedeceğiz.
Merhaba Mustafa Bey. Yeni eseriniz hayırlı olsun. İki eserinizi de beğenerek okudum Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Evet. Mustafa aslan kimdir?
Öncelikle söyleşi için size teşekkür etmeliyim. Ön açıklamanızda şiir kitaplarım için yaptığınız tespitlerin doğruluğunda, işinizi profesyonelce, ciddi ve samimiyetle ele aldığınızı görüyorum. Sizinle çalışma kararı aldığımda bundan kuşkum yoktu, şimdi de yok. Mustafa Aslan’a gelince o amatör bir yazar. Okumayı seven, dinleme kapasitesi yüksek, sabırlı duyarlı biri… Özetle; Mustafa Aslan prensiplerine bağlı, duygusal, sessiz sakin bir Türkiye vatandaşı. Evliyim iki erkek bir kızım var. Birde, 38 yıl sürekli çalışmamla idari otoritenin bana verdiği bir kimlik söz konusu… O da emekli işçi olmam. Ödül gibi görünüyor değil mi? Değil…
“Sürgündeki Gökyüzü” ve “Gönülden Sevdiğim Zor Güzellikler” keyifle okuduğum eserler arasında şimdiden yerini aldı. Okurlarında beğeneceğinden eminim. Şu 2 soruyu sormak istiyorum. 1) Şiir nedir? 2) Şair kimdir?
Şiir, doğa ve insan ilişkilerinde ortaya çıkan ya da yaşanan olgularla aksiyonlar hakkında duygu düşünce benzeri hislerle imgeler düzeyinde yaşananları öne çıkararak etkin bir dil ve kurguyla anlatan edebi bir türdür. Burada yaşananlar yoldur. Şair ise hiçbir durumda vazgeçmeyen, onlarsız yapamayan hatta onlarla tamamlanan yol arkadaşıdır. Yoldaştır şair…
Kitaplarının önsözünde hem kişisel, hem de politik bir anlatı var. Sizce bir şairin toplumsal sorumluluğu olmak zorunda mıdır?
Şair de tıpkı toplumun herhangi bir bireyi gibi toplumsal birlikteliğin bir parçasıdır. İnsan tek başına yaşayamayan bir varlık. Bu nedenle toplumsal bir varlık olarak tanımlanmıştır. Şairde tüm doğru insanlar gibi toplumunun sorunlarıyla dertlenirken, başarılarıyla kıvanç duyar. Bu nedenle toplumsal sorunlarla ilgilenmek bu konuda görüş belirtmek, soru sormak, yanıt almak bunların tümü sorumluluk gerektirir. Şairler, sanatçılar, düşünürler, bilimle uğraşanlar, yazarlar, gazeteciler bunların tümü toplumsal sorumluluklarını yerine getirmek zorunda. Bilgilendirmek yalnız kişisel bir tatmin değil, aynı zamanda bir kamu görevidir. Bu yasalarımızda da vardı. Şimdi ne oldu bilmiyorum…
Şiirlerinizi öyle güzel yazmışsınız ki; insan adeta kendisi yaşamış gibi gözünde canlandırıyor. Kaleminizin sağlam ve yetkin olduğunu söylemeliyim. Bu temelde sorum şu olacak: şiir yazmayı ilk nerede, nasıl ve ne zaman başladınız?
Yazınla ilgili ilk esin.,, Baharın tüm güzellikleriyle gelip orta yere konduğu bir gündü. Görevimi yapmış eve dönüyordum. Her taraf yemyeşil çiçeklerle bezenmişti. Dereler harıl harıl akıyordu, otlar diz boyuna gelmişti. Buğday tarlaları yemyeşil, ağaçlar öylesine. Boyumu geçen başak vermiş iki buğday tarlasını arasından geçerken hayatı aynen olduğu gibi doğa manzaralarıyla anlatıp resimleme isteğiyle doldum. Yazmalıyım… yazmadan yaşamamalıyım demiştim içimden… Çeşmeyi, tarlayı, kuş cıvıltılarını, koşuşan böcekleri, dağları, gökyüzünü gözledim… Aynen gördüklerim gibi olmalı demiştim içimden bu karar hem sevindirmiş hem gururlandırmıştı, beni. Eve zafer kazanmış bir komutan edasıyla geldim. Bu, aklımdan bir daha çıkmadı. Aklımdan çıkmayan şey bana umut veriyordu. O duyguyla vardım. Başaracağıma inanıyordum. Hiçbir zorluk beni yıldırmıyordu. Yorulup bitkin düştüğümde tüm sıcaklığıyla gelip buluyordu beni… Hemen dinlenip kendime gelirken başaracağıma daha fazla inanmaya başlıyordum. Bu duyguları yaşadığım yer eski adı “Aşağı Sindam” olan “Aşağı Oyumca” köyüydü. Mazgirt’in merkezine çok yakın. 1974-75 de okunacak bir iki tane şiir yazmıştım. İşçi olmam nedeniyle zamanım daraldığı için önce şiire ağırlık verdim. Şiiri ön plana almamın nedeni daha az zaman istemesiydi. Taksim 1974’de Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen bir etkinliğe üniversite öğrencisi olan kardeşim ve üniversiteli arkadaşlarıyla katıldım… lhan Selçuk, Aziz Nesin, Yılmaz Güney ve Deniz Gezmiş’in adını unutmuş olduğum avukatlarından biri ve benzeri ünlü simalar katılmıştı… Sanatçılar ve gazeteciler vardı. Elbet “Polis amcalar” da görev başındaydı. Harika konuşmalar oldu. Sloganlarla, türkülerle devam eden etkinlik şiirlerle doruğa çıktı. O gün orada okunan şiirler, şiirlerle topluma hitap şekli beni çok etkiledi. Nihat Behramoğlu; Nazım Hikmet’in şiirlerini etkileyici bir tonla okuyordu. Ayrıca oradaki binlerce insanı etkin, çoşkulu ve militan bir duruşla yönetti. Bu beni şiire yöneltti. İlk şiirlerimi Mazgirt’te yazdım. Net yanıt bu…
Şiirlerinizde sade ve içten bir anlatım hakim. ”Yazma sevdası bana doğuştan gelmiş olmalı” diyorsunuz. Sizce, yazma yetisi doğuştan mı gelir, yoksa eğitim alarak şiir yazmak mümkün müdür?
Doğuştan gelme kavramı; insanın anne ve babasından gelen genetik bilgilerden söz ediyorum. Annemin anlatım gücü çok derindi. Sayısız masal ve öykü biliyordu. Bize ve akraba çocuklarına anlatırdı. Dinleme uzmanı olduğum için onu en çok ben dinledim. Oradan bana geçen bir şeyler olmuştur. Buna kuvvetle inanıyorum. Ancak eğitim öğretim her alanda olduğu gibi şiir üretiminde de ikincil değil asıl unsurdur. Çok okuyarak yazmayı deneyenler, bu sistemli çalışmalardan yorulmayanlar, sabrederek yoluna tüm zorluklara rağmen devam edenler başarır.
“Sürgündeki Gökyüzü’ nün ilk baskısı 2003’te Kalan Yayınları’ndan çıkmış. O dönemden bu yana yayın dünyasında ne gibi değişimler gözlemlediniz. Şiire, şairlere, şiir kitaplarına bakış sizce ne yönde değişti…
Bir ara televizyonlarda şiir okuyanlar çoğaldı. İzlenme düzeyi yüksekti. Tamda o sıralarda, şiir okumanın, yazmanın doğru olmadığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Şiirler, hayal ürünüymüş. Ne olduysa şiir üzerine kurulu tv. programları önce azaldı sonra kalktı. Yayınevlerinin de sıkıntısı büyüktü. Eseri okuyup tavsiyelerde bulunmak, yardım etmek yerine: “Yayın politikamıza uymuyor, şiir yayınlamıyoruz”, benzeri garip bahanelerle önümüze set çekiliyordu. Kitabın basımını yaparım ama dağıtım ağımız yok. Onu kendi olanaklarınla sağlarsın gibi önermelerle insanı yıldıran yayınevleri de vardı. Bir süre Ankara’da şiir kitabı basan yayınevi kalmadı. Şimdi durum daha iyi görünüyor. Yayınevleri yayınlanacak kitap peşinde. Yoğun bir istek ve heyecan var. İnternetin de sağladığı kolaylıklar, iletişim teknolojisinden yararlanma kolaylığı, eminim ülkeye birçok yeni yazar ve şairler kazandıracak. Kalan Yayınlarının bize tanıdığı kolaylıklar gurur ve güven veriyor. Böyle saygın bir yayın anlayışıyla birlikte olmak, keyif verici bir avantaj…
Bugün şiirle uğraşan gençlere, özellikle zor şartlarda yazmaya çalışanlara ne söylemek istersiniz?
Zorluklar hayatın ayrılmaz parçasıdır. İyi bir planlamadan, zordur diye vazgeçmek baştan havlu atmakla özdeştir. Gerçek başarı zorlukları, yenerek sağlanır. Gençlere, alternatifler bulun. Koşullarınıza uygun en verimli yöntemler araştırın. Direnin; vazgeçmeyin, derim.
Önümüzdeki süreçte, sizin düşün dünyanızdan başka eserlerin çıkmasını gönülden isterim. Sizden yeni şiir kitapları beklemeli miyiz?
Yakın zamanda hayır desem de şiirdir ne zaman gelir, hangi uyandırma yöntemleriyle beni ikna eder bilemem. Üçüncü bir kitap düşünüyorum elbet. Burada tek koşul eski yazdıklarımdan daha iyi olması. Değilse yerimde saymışım demektir. Şu anda bitmiş iki romanım var. Birini beğeniyorum. Diğerini yetersiz buluyorum. ”On Bin Vadiler Ülkesinde, Bir Çocuk” adlı eserim son bir kez kontrolümden geçiyor… Muhtelif konularda düşünce ve eleştirilerimi kapsayan kitabımda bitmiş durumda. Adı “İktidardaki Ezilenler”. Uygun bir zaman kolluyorum.
Söyleşiyi sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Kolay gelsin.
Leave a Reply