
SÖYLEŞİ: Aslı Kemal GÜRBEY
Nevroz Ayten, İçimdeki Gölge adlı deneme kitabında okuru kendi iç dünyasının en derin katmanlarına doğru bir yolculuğa davet ediyor. Bastırılan duyguların, gizlenen arzuların ve çoğu kez yok sayılan karanlık yanların sembolü olan “gölge”yi; hem edebî bir dil hem de psikolojik bir bakış açısıyla ele alıyor. Bu eser, sadece ışığımızı değil, karanlığımızı da tanımamız gerektiğini hatırlatıyor. Biz de bu söyleşide, yazarın gölge kavramına yaklaşımını, kitabını ve insanın kendi iç yolculuğuna dair bıraktığı izleri konuşacağız.
Merhaba Nevroz Hanım. Yeni eseriniz için sizi tebrik ederim. Kaleminize sağlık. Beğenerek okuduğum bir eser. Sizin kim olduğunuzu okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Nevroz Ayten kimdir?
Ben, insanlara ışık vermek ya da onlara farkındalık yaratmak için yazmıyorum. Benim amacım; insanların yürüdükleri yolda göremedikleri ince detayları görmelerine yardımcı olmak. Çünkü o detaylar, insanın kendisiyle, evrenle, dünya ile ve diğer insanlarla bütünleşmesini sağlar. Benim görevim; kimseyi yönlendirmek ya da değiştirmek değil, herkesin kendi uyumunu bulmasına alan açmaktır. Asıl mesele, dengeyi kurmaktır.
Kitabın dili ve cümleleri de hoşuma gitti. Her yazarın yazmaya başladığı bir zaman dilimi olduğu gibi yazma amacı da vardır. İki sorum olacak:
- Siz ne zamandan beri yazıyorsunuz
Açıkçası benim için “uzun süredir yazıyorum” ya da “yeni başladım” gibi bir ayrım yok. Yazmak; çok ya da az üretmekten öte, insanlara dokunmak ve onların ihtiyaçlarını tamamlamaktır. Ben hiçbir zaman yazıyı sadece bir kitap olarak görmedim. Bir kitap, yalnızca bilgi vermek için değil; okura yol arkadaşı olmak ve onda yeni bakış açıları açmak için vardır.
Bu yüzden yazarken çok çekindim, çünkü sorumluluğumun farkındaydım. Kitabı çıkarma kararım da uzun içsel çatışmaların sonunda oldu. İlk kitabım olarak İçimdeki Gölge’yi seçmemin nedeni ise şuydu: İnsan, hayattaki yürüyüşüne önce içsel benliğiyle başlar. O adımı atmadan dışarıda kalıcı bir adım atmak mümkün değildir.
2) İçimdeki Gölge kitabını ne kadar sürede yazdınız ve bu kitabı yazma amacınız neydi?
İçimdeki Gölge kitabımı yazma sürecim oldukça farklıydı. Çünkü yaklaşık 3–4 yıldır bu yönde talepler vardı. Ama ben bunu tek seferde, hızlıca bitirmek istemedim. Parça parça, dokuna dokuna ilerledim. Her bölümün içime sinmesini, her cümlenin kendi ağırlığını taşımasını istedim. Bu yüzden sürecim oldukça uzun sürdü diyebilirim.
Kitabınızın önsözünde gölgeyi “reddettiğimiz duyguların, bastırdığımız öfkelerin ve görmezden geldiğimiz arzuların evi” olarak tanımlıyorsunuz. Sanırım kitabı okuyanlarda şu sorunun yanıtını merak ediyordur: Gölge ile tam olarak neyi kast ediyorsunuz?
Benim için gölge bir kalıp, bir şekildir. İnsan gördükleriyle, duyduklarıyla, tanık olduklarıyla bu şeklin içine girer. Toplumda bizi yöneten, yönlendiren her şey aslında gölge üzerinden işler.
Ama içimizdeki o şekli kırmaya başladığımızda, yeni bir gölgeye ihtiyaç duyarız. Bu, kimine göre karanlıktan çıkan aydınlık olur, kimine göre farkındalık, kimine göre ise bugüne kadar görmezden gelinmiş yanların yüzeye çıkışı… Yani gölgeyi taşımak ve dönüştürmek tamamen kişinin kendi kaldırma gücüyle, kendi süreciyle alakalıdır.
Kimse “evet, fark ettim, artık yola çıktım” deyip hemen başlayamaz. Çünkü gölge, bir insanın kendi sürecini tamamlama hızıdır. Onunla gerçekten bütünleşebilme, dengeye gelebilme yoludur. Bu yolculuk, insanın kendini kabul etmesiyle başlar.
Ama asıl soru şudur: Bulunduğu kişi, dönüşeceği kişiyi kabul edebilir mi? Çünkü insan genellikle tanıdık olana, alıştığı hayata tutunur. O yüzden içindeki eski gölgeyi bırakıp yeni bir gölgeyle, yeni bir kalıpla yaşamaya başlamak, çoğu insan için oldukça zor bir süreçtir.
“Gölgeyi susturan insan” ifadesiyle biten bir bölüm var. Sizce gölge susturulmalı mı, yoksa sürekli konuşmasına izin mi vermeliyiz?
Gölgeyi susturmak, insanın o yolculuk sürecinde kaldırma gücüyle ilgilidir. Kabulleniş ve yeni kimliğe yürümek bazen çok ağır gelebilir. Çünkü bu döngüyü kırmak gerçekten zordur. Bu yüzden başaramayan insanları yargılamamak gerekir.
Herkesin kendini kaldırma süreci farklıdır. Şans verildiğinde kimisi yavaş yavaş işleyerek ilerler, kimisi ise daha hızlı adımlar atar. Ama gölgeyi susturmaya çalışan kişi aslında en çok zorlanan kişidir. Çünkü o duygunun baskısı altında öfkenin esiri olabilir, yok etmenin ağırlığıyla saldırganlaşabilir ya da “alıştım” diyerek görmezden gelmeyi seçebilir.
Gölge, tek bir kelimenin içinde birçok anlam taşır. Bu yüzden ben cevabı okuyucuya bırakmayı tercih ederim. Onların kendi seçimleri önemlidir. Zaten seçimlerini kaldıramadıkları için onlara “yardım etmek” demek bana ağır gelir. Bunun yerine “destek olmak” çok daha doğru ve etkileyici bir ifadedir.
Kitabınızda yer alan “7 Günlük Gölge Entegrasyonu Planı” kişisel gelişim açısından pratik bir yol haritası sunuyor. Bu planı herkes uygulayabilir mi yoksa belli eğitim yada bilinç seviyesine ulaşmış olanlar mı uygulayabilir?
İnsan, kendi için bir çıkış kapısı arar. Bazen birine gitmek için güven ortamına ihtiyaç duyar, bazen de gittiği yerde karşı tarafın yaklaşımı onu etkiler. Ama asıl mesele, o kişi oradan ayrıldıktan sonra yaşadığı süreci tekrar kabullenebilmesidir.
Bu yüzden ben küçük adımlarla başlamanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Minik minik çalışmalarla kişi kendini daha iyi hissedebilir. Yavaş yavaş ortama adapte olmak, kabul edilebilir bir alan yaratmak ve sonunda o kişiye adım atma izni vermek… İşte bu yaklaşım sürecin daha sağlıklı tamamlanmasını sağlar.
Günümüzde uzmanların birçoğu “pozitif düşünce”ye çok vurgu yapıyor. Siz ise kitabınızda karanlık yanlarımızı kabul etmenin özgürleştirici olduğunu söylüyorsunuz. Hangisi daha doğru?
Benim için pozitif, negatif, olumlu ya da olumsuz gibi kavramların bir anlamı yok. Çünkü insan, toplumun şartlarıyla üzerine yüklenen duygulara göre hareket ediyor. İçsel dünyasına çöken o duygularla boğuşurken kalkıp “hadi olumlama yapalım” ya da “sürekli pozitif düşün” demek gerçekçi değil. İnsan ruh halinin ne kadar değişken olduğunu hepimiz biliyoruz.
Asıl mesele şudur: O kişiye “içindeki duyguyu bırak” diyebilmek. İçinde biriken o yakıcı enerjinin ağzından dökülmesine, boğazından dışarıya çıkmasına izin vermek… İşte o zaman ilk adım tamamlanmış olur. Daha sonra ise kişiye özel kelimeler, kişiye özel bir dil vermek gerekir ki dönüşüm süreci hızlansın.
Çünkü herkes her şeyi ifade etmek ya da anlatmak zorunda değildir. Bazen saklı kalan sırlarımız, aslında bizi yeni kimliğimize taşıyan en önemli anahtar olabilir. Bu yüzden insanları sürekli pozitifliğe şartlamak bana etkileyici gelmiyor. Daha doğru olan, onların kendi duygularını yaşamalarına izin vermektir.
Kitabınızda, mutlu bir yaşam için gölgeyi kucaklamaktan, onunla bütünleşmekten söz ediyorsunuz. Bunu başarmak göründüğü kadar kolay değil sanırım. Merak ettiğim şey şu: Siz kendi gölgenizle kucaklaşmayı/bütünleşmeyi sağlayabildiniz mi?
Aslında hâlâ bu çatışmanın içindeyim. Çünkü mutluluğu bir arayış gibi görmek yerine, kendimi denediğim, keşfettiğim zamanlar oluyor. Bazen de “Aa, ben bunu çok seviyorum” deyip kendimi oyaladığım oluyor. Ama o şeyin süreci bittiğinde, duygusu sönümlendiğinde, tekrar bir boşlukla yüzleşiyorum.
Bu çatışma aslında beni ben yapan şeylerden biri. İnsan kendi ruh haliyle çatıştığında, harcadığı zamanı, kendini kandırdığı süreci, kendi kendini yıprattığı duyguları fark edebiliyor. İşte tam bu noktada yeni kapılar açılabiliyor.
En güzel başlangıçlar, hemen fark edilen şeylerden doğmaz. Aksine, gürültüye rağmen küçük küçük detayları fark ettiğimizde asıl etkileyici olan ortaya çıkar.
“İçimdeki Gölge” adlı kitabınızda, bireyin bastırdığı duygular ve arzular üzerinden ‘gölge’ kavramını ele alıyorsunuz. Bu bağlamda, eserinizin; Jung’un gölge arketipi, Freud’un bilinçdışı kavramı ve çağdaş psikolojideki duygu düzenleme teorileriyle nasıl bir ilişki kurduğunu düşünüyorsunuz?
Hayatta her şey birbiriyle bağlantılıdır. Freud’un bilinçdışı fikri düşünce dünyamda her zaman yer buldu. Jung’un gölge arketipi ise insanın geçmişten gelen kalıntılarla yeniden var olabilme gücünü anlatır ve bence bu, kitabımın temel yaklaşımıyla uyum içindedir.
Benim için önemli olan yalnızca esinlenmek değil, esinlendiğim şeylere kendi parçalarımı katabilmek. Çünkü sakladığımız sırlar, aslında bizi yeni kimliğimize götüren en güçlü alanlardır. İçimdeki Gölge bu düşüncenin yansımasıdır; ikinci kitabımda da insanın sırlarıyla dönüşüm sürecini daha derin ele alacağım.
Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Nice eserleriniz, nice okurlarınız olsun.
Ben teşekkür ederim bu güzel sorular için. Okurlara söylemek istediğim tek şey var: Okuduğunuz şeylerin içinde kaybolmayın. İçinden size ait parçalar bulun, üstüne ekleyin. Yolda yürüyün ama eklediklerinizi gerektiğinde bırakmayı da bilin.
Çünkü yeni bir kimlik bulana, kendi varlığınızı sağlam şekilde oturtana kadar hep bir şeye ihtiyaç duyacaksınız. Biz de o yolculukta yanınızda olacağız.
Teşekkür ederim.
Leave a Reply