Özcan Yazıcı: “Roman yazmak, ruhsal ve düşsel bir serüvendir.”

SÖYLEŞİ: Aslı Kemal GÜRBEY
Bugün, edebiyat dünyasına kalemiyle katkı sağlayan yazar Özcan Yazıcı ile birlikteyiz. Romanı Jülide, bireyin içsel çatışmalarını, hayatın akışı içindeki belirsizlikleri ve kendini gerçekleştirme mücadelesini ele alıyor. Okurun zihninde pek çok soruya kapı aralayan bu eser, bir yolculuğun sadece fiziksel değil, aynı zamanda düşünsel bir keşif olduğunu da gözler önüne seriyor.
Özcan Bey ile Jülide’nin ortaya çıkış sürecini, romanın taşıdığı temaları ve edebiyat yolculuğunu konuşacağız. Kendisini daha yakından tanımak ve kaleminin izini sürmek istiyoruz.
Merhaba Özcan Bey. Yeni eserinizden ötürü tebrik ederim. Hayırlı olsun. İsminizi ilk kez duyanlar vardır. Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtarak başlamak istiyorum. Özcan Yazıcı kimdir?

Öncelikle romanın yayınevinizde basılıp satışa sunulmasında emeği geçen başta Yılmaz Bey olmak üzere Kalan Yayınevi’nin tüm yetkililerine teşekkür ediyorum. Almanya’ya ilk giden gurbetçilerden bir ailenin çocuğu olarak 1973 yılında Almanya’da doğdum. Ben 10 yaşındayken ailem Türkiye’ye dönme kararı aldı ve ilk, orta, lise öğrenimimi İstanbul’da tamamladıktan sonra Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı’nda yükseköğrenim hayatıma devam ettim. Mezun olduktan sonra MEB, özel okul ve yabancı dil kurslarında Almanca öğretmenliği yaptım. Halen Almanca öğretmenliğinin yanı sıra tercüme faaliyetlerime devam ediyorum. İstanbul’da ikamet ediyorum ve bir oğlum var.
Sanırım eseri ilk okuyanlardan biriyim. “Julide’yi sevdim. Julide, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyan, güzel, alımlı, paylaşılamayan, entelektüel bir genç kız. Okuyucuyu kendine çeken bir karizması var. Bu nedenle olsa gerek insan kitaba başladığında elinden düşüremiyor ve bir an önce sonuna gelmek istiyor. Romanda bunu başarmak gurur duyulacak bir aşamadır. Eseri uzun ve zahmetli bir yoldan getirdiğiniz anlaşılıyor. Neler söylemek istersiniz?

Öncelikle belirtmek isterim ki dikkat ve özenle yazmaya çalıştığım Jülide adlı romanı her insanın “uzak diyarım” dediği yerden getirdim. Romanın kahramanı her ne kadar Jülide adında üniversiteli bir öğrenci olsa da hayata maddi ve manevi, soyut ve somut değer yargılarıyla rengini veren tüm insan kesimlerinin hikâyesidir Jülide’nin hikâyesi. Anadolu’nun bir kasabasından İstanbul’a üniversiteyi okumak için gelen genç bir insanın ruh, düşünüş ve değer yargılarındaki sarsıntıya karşı şehrin keşmekeşliği içinde direnmesidir. Jülide, kasabasındaki mütevazi hayatı sonrasında geldiği büyük şehirde okuduğu bölümde sormaya başlar ilk sorularını. İçsel sorularına arkadaşları ve hocalarıyla çıktığı üç yurtdışı gezisiyle cevaplar bulmaya çalışırken kendi gerçekliğini bulmanın aslında hayatın gerçekliğini bulmak anlamına geldiğini fark eder.

Julide şöyle bir söz ediyor: “Herkes hayallerinin ucunda asılı birer kelebektir! Hayallerini gerçekleştirse de gerçekleştiremese de bir gün oradan ayrılmasını bilmelidir!” Bu cümlede, hayallerin peşinden gitmek kadar, zamanı geldiğinde onlardan vazgeçmenin de bir gereklilik olduğu vurgulanıyor. Sizce, insanın hayalleriyle kurduğu bağda en zor olan şey; onları gerçekleştirmek mi, yoksa onlardan vazgeçmek mi?

Hepimiz aslında bir hayalin peşindeyizdir bu dünyada. Bazımızın hayalleri elle tutulur, gözle görülür şeylerdir. Bazımızın hayalleri aşkın olana, içsel mutluluğu elde etmeye yönelik amaçlardır. Benim romanda bahsettiğim “kelebek” fenomeni daha çok gözle görülür olan şeylerle ilgilidir. Aslında insanlar maddeyle olan ilişkisini istese de istemese de bir gün koparacaktır. O anlamda bir hayalini gerçekleştirse de bedensel olarak değil belki ama ruhsal olarak maddi olan bağlılığından kurtulmalıdır. Maddi olana bağlılığın hayattaki gerçekliği ören hakikat ağını aşmaya engel olacağını anlatmaya çalışıyorum.

Roman yazmak kolay gibi görünse de aslında bayağı zor, zahmetli, külfetli bir uğraştır. Bu uğraşı külfet olmaktan çıkaracak bir takım kritik noktalar da mutlaka vardır. Bir romanı külfetten keyfe götüren unsurlar nelerdir, diye sorsam yanıtınız ne olurdu?

Roman yazmak kolay gibi görünen ama yazmaya başladıktan sonra derin bir kuyunun içinde düşmeye devam eden ve romanı bitirmeden kimsenin elinizden tutmayacağını bildiğiniz bir süreçtir. Zaman tünelinden geçerek başka tarihler ve başka mekânları gezdikten sonra yine bulunduğunuz yere geldiğiniz düşünsel, ruhsal ve düşsel bir serüvendir. Bu külfeti keyfe döndüren de işte bu yolculuktaki manevi tatmin duygusudur.

Romanın geçen yüzyılda zirveyi gördüğünü günümüzdeyse roman tarzının pek de ilgi çekmediğini söyleyenler var. Hatta bazıları romanın yüz yıl içinde yok olacağını bile söylüyor. Bu fikre katılır mısınız?

Roman yazım tarzıyla ilgili bu kötümser düşüncenin temelinde yine bugünkü romanlar yatıyor. Geçen yüzyılda yazılan romanların derinlikli dilini düşünürsek romanla ilgili bugünkü kötümser yaklaşımı da anlayabiliriz. Günümüzde romanın derinlikli dilini kaybettiğini söylememiz gerekiyor. Bunu kabul etmezsek romanı ileriye taşımak da mümkün olmayacaktır. Aslında romanın düşüşü insanın düşüşüyle paralel ilerlemektedir. Günümüz insanının “modern dünyanın nimetleri” diyerek el üstünde tutup peşinden koştuğu birçok şeyin onu aynı hızla derinliğinden kopardığının farkında değil. Bu kopuş da romanda düşünsel, yazınsal ve düşsel kıtlığı beraberinde getirmektedir. Ancak insanlar var oldukça romanın yok olacağına inanmamakla birlikte edebiyat dünyasında hak ettiği değerini yitirmeye devam edeceğini düşünüyorum. Ta ki madde ve manaya dair ufku geniş yazarların romana ruh vermesine kadar…!

Okurlar, 149 sayfa olan Julide romanını bitirdiklerinde zihinlerinde nasıl bir fikir/düşünce bırakmasını umuyorsunuz?
Kısaca ifade etmek gerekirse okurun zihninde “oraya doğru koşmaları gereken ince bir ufuk çizgisi” bırakabilirsem romanın amacına ulaştığını düşünürüm.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Okurlarınız bol olsun.

Ben de size sorularınızla romanın serüvenine katkı sağladığınız için teşekkür ederim.

Be the first to comment

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*