
Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Sevgili edebiyat tutkunları bu söyleşimizin konuğu Ferdi Kazancıoğlu olacak.
Ferdi Kazancıoğlu Rejisörün Oyunları adlı ilk kitabını okurlarıyla ve tiyatro dünyasıyla buluşturdu. Üç farklı oyunun yer aldığı kitabı hakkında Ferdi Kazancıoğlu ile yaptığımız şöyleşimizi sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Buyurun söyleşimize.
Öncelikle tebrik ederim. Yeni kitabınız hayırlı olsun. Sizi tanımakla ve okurlarımıza tanıtmakla başlayalım isterseniz. Ferdi Kazancıoğlu kimdir?
1984 yılında Sakarya’da doğdum. 9 yaşımda Zonguldak iline taşındım. Üstün bir taklit yeteneğim vardı; ilkokulda taklit gösterileriyle sahneye ilk adımımı attım. 4. sınıfta, Türkçe öğretmenim Türkan Hoca sayesinde tiyatroyla tanıştım. Sahne tozunu bir kez yuttum, bir daha bırakamadım. Profesyonel olarak 24. sanat yılımdayım. Bu 24 yılda binlerce rolle sahneye çıktım, yüzlerce oyun yönettim. Kariyerim dört farklı ekipte sürdü. Tiyatro Diva topluluğunu devraldım, ilerleyen süreçte Tiyatrohanedan ekibini kurdum. Uzun yıllar hem yönettim hem sahneye çıktım. Son olarak Zonguldak Kent Tiyatrosu’nu kurdum. Bugüne kadar 17 yetişkin oyunu ve 7 çocuk oyunu yazdım. Karadeniz Tiyatrolar Birliği ve hâlen üyesi olduğum Türkiye Tiyatrolar Birliği’ne bağlıyız. Atölyeler ve eğitimler vermeye devam ediyorum. Hâlâ Zonguldak Kent Tiyatrosu’nda yönetmenlik yapmaktayım. Kısacası, durmadan üretiyorum.
“Rejisörün Oyunları” adlı kitabınızda üç farklı oyun bir arada. Bu oyunları tek kitapta toplama fikri nasıl oluştu? Ortak bir tema veya mesaj mı taşıyorlar?
Aslında bu kitap, bir serinin ilk kitabı. Tüm oyunlarımı bir üçleme olarak paylaşmak istiyorum. Hep aklımda, geriye kalıcı eserler bırakmak ve iz bırakmak düşüncesi vardı. Şimdi bunu başarmanın gururunu yaşıyorum. İlk kitabımı ise, en büyük seyircim olan ve artık beni cennetten izleyen anneme ithaf ettim.
Oyunlarınızdan biri, Deniz Gezmişlerin İdam Gecesi gibi tarihî bir dramı konu alıyor. Bu oyunu yazarken tiyatro diliyle tarihî gerçekliği harmanlama süreciniz nasıldı? Seyirciden nasıl tepkiler aldınız?
Ben, biyografi oyunları yazmayı çok seviyorum. Tarihî ve yaşanmış olayları sahneye taşımak, seyirciyle bütünleşmek bana sonsuz bir haz veriyor. “Prime” oyunlarımdan ilki Gece Yarısı Parkalı Adamlar, bir diğeri ise Duvardakilerdir. Bu kitapta ise daha çok dram ve psikoloji temalı oyunlar sahneye taşımak istedim.
Kitabınızda hem oyun metinleri hem de tiyatro deneyimleriniz var. Sahne arkası anılarınızda sizi en çok etkileyen veya dönüştüren bir anı paylaşabilir misiniz?
Stand-up gösterisi yazdım, adı: Karşınızda Duran Odun Benim. Komik anılardan birini paylaşmak istiyorum. Kütüphane Haftası’nda, 400 çocuğa oyun sergiliyoruz. En ön sırada öğretmenler ve bir pedagog oturuyor. Normalde kostüm değişimlerini kuliste yaparız ama pratik olması açısından bazen dekorların arkasını da kullanırız. Yanılmıyorsam, oynadığımız oyun Kurşun Askerin Utancıydı. Oyun sürerken ben, dekorun arkasında kostüm değiştiriyordum. Tam o sırada, yani en kritik anda, dekor – yani pano – devrildi! Bir anda 400 çocuk, öğretmenler ve pedagogla göz göze geldim. Sahnenin ortasında, sadece boxer’la kalakaldım. Far görmüş tavşan gibiydim. Hemen panoyu kaldırdık tabii ama iş işten geçmişti…
Oyunlarınızda politik ve toplumsal alt metinler dikkat çekiyor. Sizce tiyatro, günümüzde bu tür mesajları iletmek için hâlâ etkili bir araç mı? Seyirciyi “düşündürmek” ile “eğlendirmek” arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Sanat, her şeyden önce çok güçlü bir uyanış aracıdır. Toplumlara her zaman yön vermiştir. Tiyatro yol yapamaz ama yolu sorgular, eleştirir ve sonunda o yolu yaptırır. Tiyatro, tarih boyunca hep insanla birlikte var olmuştur. Bu yönüyle ateşe benzer: Isınırsanız faydalıdır, ama yangın çıkarırsanız zararlıdır. Sanat da tarih boyunca böyle kullanılmıştır. Doğru ellerde; topluma bilim, felsefe, iyilik, doğru soru sorma ve sorgulama gibi pek çok katkı sunar. Bu bir uyanıştır. Ancak yanlış ellerde toplumları baskı altına alma aracına da dönüşebilir. Fakat burada sanatın ya da tiyatronun suçu yoktur; bu, onu kullanan insanların sorumluluğudur. Tıpkı ateş gibi: Suç ateşte değil, onu nasıl kullandığınızda saklıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa, tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet, bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve âlil bir kimse gibidir. Hatta kastettiğim mânâyı bu söz de ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş olur.”
Sizce ülkemizde ve dünyada tiyatronun yeri ne durumda? Halkın tiyatroya ilgisi veya ilgisizliği konusunda neler düşünüyorsunuz? Türkiye’de tiyatronun geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Sanat her zaman yolunu bulur; saf ve temizdir. Tiyatro ise sanatın ana damarlarından biridir. Bence tiyatro, ustalara ve dünyadaki tiyatro kuramlarına dayanarak üzerine sürekli geliştirmemiz gereken, uçsuz bucaksız bir bilgi denizidir. Evet, günümüzde gençler önceki dönemlerdeki kadar tiyatroya ilgi göstermiyor. Daha doğrusu, bir ilgi kaybı yaşanıyor. Bunun sebebi özellikle Türkiye’de siyasetin baskısı, amatör tiyatroya yeterli destek verilmemesi ve elbette bizlerin de bazı eksiklikleri olabilir. Demek ki gerekli mücadeleyi yeterince verememişiz. Ama biz sanatçıların umudu hiç tükenmez. İnadına tiyatro yapmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Eğer biz bugünü kurtarırsak, geleceği gönül rahatlığıyla gençlere emanet edebiliriz. Bugün bizim yapmadıklarımızı, yarının genç sanatçılarından beklemek abesle iştigal olur. Ama unutmayın: TİYATRO İYİDİR VE İYİLEŞTİRİR.
Son olarak, genç tiyatro yazarlarına veya oyuncularına vermek istediğiniz bir tavsiyeler var mı? Ve yeni çalışmalarınız olacak mı?
Genç yazarlara seslenmek istiyorum:
Denemeler yazmaktan asla vazgeçmesinler. Çünkü hayat, A noktasından B noktasına uzanan bir yolculuktur. Bu yolculuk hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemez. Bazen kaybedersiniz, bazen başarırsınız. Bazen işler yolunda gider, bazen çıkmazlara girer, engellerle karşılaşırsınız. Ama bir bakmışsınız ki, B noktasına varmışsınız. Yazarlık tam da böyle bir şeydir. Yazarlıkla âdeta evlenmelisiniz; çünkü yazmak, hayatı yansıtmaktır. Oyuncu adayı kardeşlerime de birkaç sözüm var: Kendinizi geliştirin, sorgulayın ve çok çalışın. Hata yapmaktan korkmayın, deneyin. Başaracaksınız! Ve başardığınızda, sahne sizin eviniz olacak; izleyenlerse misafiriniz. Özgürlüğü sahnede tanıyacak, onunla birlikte özgürleşeceksiniz. Ve bir gün kötü, bir gün iyi; bir gün padişah, bir gün deniz, bir gün Mustafa Kemal olacaksınız. Sahnede her şey olabilirsiniz. Yeter ki gerçekten isteyin!
Yeni çalışmalarım var mı, derseniz: Evet, var. Oyun kitaplarımı paylaşmaya devam edeceğim. Hatta çocuk oyunları üzerine de özel bir çalışmam olacak. Ancak esas yoğunlaşmak istediğim alanlar, tiyatro kuramları, oyunculuk, yönetmenlik, reji ve atölye çalışmaları üzerine olacak. Tiyatroyla ilgili çalışmalarım zaten kesintisiz devam ediyor. Her zaman inandığım bir söz vardır:
TİYATRODUR… İYİDİR… Allah bana sahnede ölmeyi nasip etsin.
Bu arada beni ben yapan herkese teşekkür ederim.
“Rejisörün Oyunları” adlı kitabımı hayata geçirmemi sağlayan ve beni ölümsüzleştiren Kalan Yayınları’na ve tüm ekibine sonsuz teşekkür ederim. Beni onurlandırdınız.
Bu değerli söyleşi için sizlere de minnettarım.
Lütfen kitabı okuyalım. Oyunları sahnelemek isteyen herkes bana ulaşabilir. Sanatı yüceltmek isteyen her ekiple oyunlarımı paylaşmaya hazırım.
İyi okumalar, iyi seyirler…
Leave a Reply